Geride kalanlar
Bir hayalin eşiğinde duruyorum. Adımımı atsam her şey başlayacak, atmasam yeniden burada bulunamayacağım. Elimizdeki fırsatları zamanında değerlendirmekle sevdiklerim arasında bir tercih yapmam gerekiyor. Tercihler insanı yoruyor. Sonunda pişman olacağı kararlar vermekten korkuyor insan. Peki ya neyi seçersem seçeyim yine de pişman olacaksam? İnsan her şeyin kararını tek başına veremiyor. Belki verebilseydi sorumluluk almak daha kolay olurdu.
Hala hazırlanmadın mı, diyerek içeri girdi annem. Kararımı veremedim ki neye hazırlanayım, demek istedim ama çıkmadı kelimeler ağzımdan. Onlara göre çoktan verilen bir karar vardı zaten. Aksi mümkün olabilir miydi hiç? Hazırlanıyorum, birazdan çıkarım dedim usulca. Annem çıkınca Türkan'ı aramak için telefonu aldım elime. Mesaj göndermiş. "Düşündün mü?" Demek istiyor ki, "bu senin tek şansın, her şey buna bağlı." Demek istiyor ki, "kararın her neyse ben arkasındayım ama ona göre şekillenecek hayatlarımız. Sen gideceksin ve ben kalakalacağım burada. Parktaki güvercinler kalacak. Bahçedeki çiçekler kalacak. Birlikte oyun oynamaya gittiğimiz kimsesiz çocuklar kalacak. Ahmet amca, Asiye nine, Şükran abla hep kalacak. Bu şehir, bu mahalle hep arkandan bakacağız öyle." Ah be güzelim biliyorum ama sadece benim elimde değil ki her şey.
Valizimi kapatıp salona geçtim. Babamla annem beni bekliyorlardı. Gözleri yaşlı ama gururlular. Dik duruyorlar ve belli etmiyorlar içlerinin acısını. Babam "hazırsan çıkalım oğlum" dedi. Kafamı "gidelim" anlamında aşağı yukarı salladım bir kez. Eşyalarımı alıp dışarı çıktım. Annemle helalleştim, arabaya bindim. Yol boyunca babamla tek kelime etmedik. Havalimanına vardığımızda uçağa iki saat kadar vardı hala. Babama "sen bekleme zaten çok var" dedim. Birazdan Türkan gelirdi ve babamla karşılaşmasını istemedim nedense. Belki de gidişimden onları sorumlu tutmasın, görüp de daha çok üzülmesin diye. Babam itiraz etmedi. Onun da beni uğurlayacak takati kalmamış gibiydi. Helalleştik ve ayrıldık. Bir kahve alıp beklemeye başladım. Çok geçmeden Türkan geldi. Elinde ufak bir paket vardı, önce onu verdi ve uçağa binmeden açmamamı tembihledi. Çantama koyarak isteğini yerine getirdiğimi gösterdim. Öyle neredeyse on dakika kadar sessizce oturduk. Sonra aynı anda söze girdik. Filmlerdeki gibi. Önce sen söyle dedim. "Gidiyorsun, olacakları tahmin ediyorsundur" dedi. Evet anlamında başımı salladım. Kelimeler yerine jest ve mimiklerle halimi anlatmak daha kolay geliyordu bugünlerde. Ağzımı açıp da bir şeyler söyleme gücünü bulamıyordum kendimde. Başını öne eğdi Türkan. Eteğinin ipleriyle oynuyordu. Ne zaman böyle içlense hep önündeki en yakın şeyle oyalanırdı farkında olmadan. "Belki de tahmin ettiğimiz gibi olmaz" dedim birden. Kafasını kaldırıp öyle bir baktı ki bana, öyle mahzun ve aynı zamanda öyle sinirli, ben o cümleyi hiç kurmamışım ve hatta hiç düşünmemişim gibi devam etmem gerekti. Hak veriyordum ona, neticede koskoca yedi yıl. İnsanın hayatında neler olup bitiyor. Ama ben de keyfimden gitmiyordum ki işte. Kardeşimi bunca süründüren hastalığa bir çare bulmuştum belki. Sunduğum projeye geri dönüş yapıp beni acilen çağırdıklarına göre vardı bir umut. Belki işe yarar bir sonuç alınacaktı. Çalışmalar ne getirir bilemezdik ama yedi yıl boyunca orada olmaya dair söz verecektim en başından. İşin en zor kısmı da burasıydı ya zaten. Bilmediğim yerlerde, sevdiklerimden ve memleketimden uzak. Üstelik tam yeni şeylere başlayacakken. Dedim ya en başta; tercihler. Farkına varmadan iki saati geçirmiştik. Uçağa binme vaktim geldi. Türkan'la vedalaştık. Belki de bir daha görüşmemek üzere hatta. Kader belki bizi yeniden buluştururdu ama şu an buna dair bir inancımız yoktu. Uçağa biner binmez oturup çantadan paketi çıkardım. İçinde Türkan'a aldığım bir mendil, bir tespih kutusu, ikimizin de en sevdiği şiir kitabı ve bir mektup vardı. Mektubu açtım.
"Ömer,
Biliyorum, bundan sonra sen de ben de farklı yerlerde, farklı insanlarla yaşıyor olacağız. Sana kızmıyorum, nasıl kızayım. Umarım istediğin sonucu alırsın. Eğer söylersem fikrini değiştirirsin diye buraya yazmaya karar verdiğim iki haber var. Önce güzel haberi vereyim. Atamam açıklanmış, Gaziantep'e gidiyorum. Küçük bir köymüş, çok güzel olduğuna dair duyumlar aldım. Göreceğiz, "insanın olduğu her yer bizim" değil mi zaten. Diğer haber de, beynimde bir tümör varmış. Şu baş dönmeleri falan sebepsiz değilmiş dediğin gibi. Yine de iyi ki sana gelmemişim göstermek için. Bunu bu şekilde öğrenmen daha iyi oldu. Ameliyat olacağım 2 hafta sonra. İyileşir iyileşmez de okula gideceğim. Sonuçta devam etmek zorundayız değil mi? Her neyse bunları öğrenmeni istedim. Sakın yanlış bir tercih yapıp geri dönmeye kalkma. Sen yolunu seçtin. Bundan sonra dönmek yok.
Seni sonsuza dek nadide bir çiçek gibi kalbimde taşıyacağım.
Türkan"
Gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Olmak da istemedim hem. Bu kadar güzel sevmeyi nerden öğrenmişti bu kız. Kendinden feragat etmeyi. Sevdiği için en iyiyi istemeyi. Ya da doğru olan buydu ve biz unuttuk tüm bunları. Gözlerimi kapatıp düşündüm. Türkan'ı, kardeşimi, yeni hayatımı, eski hayatımı. İnsan tercih yapıyor ve yapmak zorunda. Hiçbir şeyi tercih etmemek bile bir tercih üstelik. Pişman olmayacağımız tercihler yapmayı nasip etsin Allah bize.
Ardımda bir Türkan bıraktım. Ve bir hayat.
Yorumlar
Yorum Gönder