"Seni seviyorum, seni anlıyorum"

   Güzel pazarlar dileyerek başlamak istiyorum, zira az önce okuduğum bir kitaba göre günlerimiz hep güzel geçmeli. Pazar denilince aklıma nedense hep uzun kahvaltılar gelir. Şen şakrak, dolu dolu muhabbetlerin olduğu. "Koşkent'in kayıp çocukları" isimli bir çocuk kitabıydı okuduğum. Böyle kıpır kıpır bir kitap. Birçok çocuğun eksiklerinden bahsetmiş. Çocuklardan kaynaklı değil elbette bu eksikler. Daima sorun çıkaran büyüklerle alakalı. Şimdi kitaptan bahsetmek çok isterdim fakat aklımda başka bir konu var. O yüzden başlangıcı böyle yapmış olayım siz de bir ara kitabı okursunuz zaten. 
   Sabah -artık öğlen oluyor gerçi o saatler- su savaşlarını izledik yine. Harika bir program, müthiş çalışılmış ve hazırlanmış bir olay. Ben baya seviyorum. Fakat mevzumuz su savaşları da değil. O çok başka bir konu ve belki üzerine de bir sürü şey yazılabilir. Ben sadece şimdilik bu ve buna benzer faaliyetlerde emeği geçen herkese çokça teşekkürlerimi iletmekle yetiniyorum. Asıl konumuza artık gelelim. 
   Bulundukları ülke tam olarak neresiydi bilmiyorum, Hinduların yaşaması, ve selamlaşırken namaste demelerinden Hindistan olduğu düşüncesindeyim. Köyde Hindular ve Müslümanlar bir arada yaşıyor.  Bir medrese var ve her iki dinin çocukları orada eğitim görüyormuş. Tapınak var, cami var. Tapınaktan gelen seslerden rahatsız olmayan bir Müslüman güruhu var. Ezandan rahatsız olmayan bir Hindu güruhu. Birlikte bir heyet oluşturabiliyorlar. Nihayetinde aynı yerde yaşıyorlar ve kararları her iki tarafında onaylaması gerek. Bu onlar için hiç sorun olmuyor. "Birlikte" yaşamayı biliyorlar çünkü. "İnsan" olmanın getirilerinin farkındalar. "Saygı" konusunda bir sıkıntıları yok. Ha tabii ekranda göründüğü kadarıyla yazıyorum bunları. İçlerinde ara sıra belki tartışmalar, anlaşmazlıklar oluyordur. Nerede olmuyor ki? Evde kardeşiyle, ana-babasıyla tartışmayan var mı? Fakat totalde tüm bunları bir araya getirmişler ve birlikte huzur içinde yaşıyorlar. Düşünüyorum. Bakıyorum ülkemize, evet bizde bilebiliyoruz bazen birlikte yaşamak ne demek. Fakat şöyle bir algı da var, hayır benden başkasına saygı duymayacağım, ne olursa olsun benden değilse hiçbir şey değildir. Yani bakıyorum, bazen bırakın din, dil, ırk konusunda anlayış göstermeyi, insanlar "benim sarı dediğime sen mavi diyemezsin" diye bile kavga ediyorlar. Ya hu, onun baktığı taraf mavi demek ki, sen sarı tarafından bakıyorsun diye herkes oradan mı baksın? Bir yandan anlayabiliyorum nasıl bu hale geldiğimizi. Charlie Chaplin'in modern zamanlar filminin başında bir koyun sürüsü gösteriliyor, ardından fabrikadan dağılan işçilerin sahnesi geliyor. Makinalaşma, kapitalizm, insanları hep tek bir kalıba sokma çabasını beraberinde getirdi gelirken. Artık ya varsındır ya hiçsindir bulunduğun konuma göre. 
   İzlediğim film ve dizilerden de hareketle, eskiden, zencilere, kızılderililere yapılan muamelelere bakıp çok kızıyorum ve üzülüyorum. Anlayamadığım çok fazla şey var ve bunlardan biri de hala böyle şeylerin yaşanıyor olması. Birtakım değişikliklerin yaşandığına inanıyorum günümüzde. Artık insanlar eskisi gibi değil, daha farklı düşünüp daha farklı şekilde hareket edebiliyorlar. Yine de dönüp dolaşıp nasıl koyun sürüsünden beter hale gelebiliyoruz anlamıyorum. Bunun için seferinde şükrediyorum Müslüman olduğuma. İnandığım dinin gerçekten ahlak kuralları dediğimiz, etik dediğimiz her şeyi içinde barındırıyor oluşuna. Efendimiz'in (ص) sünnet-i seniyyesine bakıp insan-ı kamil olarak yaşamış olmasına ve bize örnek olarak onun verilmesine şükrediyorum. Bu dünyada çok güzel insanlar var. Kimisi Hıristiyan, kimisi Yahudi, kimisi Budist; kimisi Hollandalı, kimisi İngiliz, kimisi Afrikalı. O kadar çoğaltılır ki bu. Çünkü her yerde var iyilik. Fakat bir şeyin ideolojik olarak kafamızda değil gerçekten hayatımızda etkisel olarak bir şeyleri değiştirmesine önem veriyorum ben. Sosyalist de olsam, Marksist de olsam bilmeliyim ki benim içinde bulunduğum zihin yapısı, topluluk beni ilgilendirir ve benden başkaları da kendi yapıları içinde yaşayabilmelidir. Ben onun hayatında gereksiz değişikliklere mahal vermemeliyimdir ve o da benim için aynı özveriyi gösterebilmelidir. Hepimizin aklı, kalbi ve karar verebilme yetisi mevcut. Allah bunları bizlerde var kılmış, sonra milyonlarca şey içinde bizleri tercihlerimizde hür bırakmıştır. İnsan bunun için aklını bir başkasının aklına tercih etmemeli ve kendi hayatını kendi çizebilmelidir. Her türlü kışkırtmadan uzak sakince ve iradesiyle hareket etmelidir. Neden yaptığını bile bilmediği hatta mantıksız gelmesine rağmen kendini zorladığı şeylerden imtina etmelidir. Yazı iyice kişisel gelişim yazısına doğru gidiyor ne ara bu hale geldik anlamadım. Benim de ayarım yok gerçekten. 
   Özün sözü ya da diğer bir deyişle -bu kullanım daha yaygındır ama özün sözü dediğimde bambaşka bir olay var işin içinde- sözün özü, biz de birlikte yaşayabilmeliyiz üstelik de kendimizden hiçbir şey kaybetmeden ve hatta birbirimize değer katarak. Bahsetmek istediklerim bunlardı, biraz konuyla alakalı üzüntülerim olduğu için yazmıştım, elbette söylemek her zaman kolay ve fakat yapabilmek mühim olan. Öyleyse burada bitirelim.
   Dayandığımız gerçeklere ve değerlere daima özen göstererek, onların aksinde yaşamaktan kendimizi alıkoyarak, kendi değerlerimize gösterdiğimiz özeni; başkalarının kendi değerlerine gösterdiği özene de göstererek yaşayalım. Günlerimiz güzel olsun, en çok kalbimiz. 
   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yüzyıl sonra yeniden

Ben ne yaşıyorum allasen

Yine yolda