Yazı işleri müdürlüğü

   Yeniden iyi pazarlar. Bugün yazı yazmaya nasıl başladığımdan bahsedeceğim biraz. Diyebilirsiniz ki bundan bize ne. Zaten böyle bir şeyi yapmak aklımın ucundan bile geçmezdi çünkü gerçekten ne haddime. Fakat geçenlerde aldığım bir yoruma, karşılık olarak bir yorumla cevap veremeyince verdiğim karardır şu an ki durum. Ne lüzumsuz bir cümle oldu. Zaten burası benim blogum istersem hiç cümle yazmadan da paylaşım yaparım sonuçta. Mevzuyu yeterince abarttığıma göre konuya gireyim.
   Yazı yazmaya harfleri öğrendiğim gün başladım desem yalan olmaz sanırım. Neticede ilkokul boyu yazı yazdırdılar, hem normal hem güzel yazı bir de. İlkokuldayken böyle günlük tarzı değil de işte sağdan soldan şarkı sözleri, güzel sözler bulur yazardım. Yazım aşırı kötüydü. Hala çok kötü ama o zamanlar çivi yazısını ben keşfettim sanıyorlardı. Hem büyük hem kötü yazı yazmak nasıl bir duygudur iyi bilirim. Şimdi küçük ve kötü yazıyorum, yaşımla ters orantılı ilerliyor, inşallah ilerde harflerim noktalara dönüşmez. Orta okul döneminde biraz daha hislerimi kağıda dökmeyle başladım bu olaya. O dönemden elimde hiçbir yazı yok çünkü ergenlik dedim ve hepsini yok ettim. Sonrasında liseyle birlikte okumalarımı geliştirdim ve daha günlükvari bazen edebi bazen korkunç derecede kötü yazılar çıktı ortaya. Neredeyse 2 koca ajanda bitirmiştim iyisiyle kötüsüyle. Onları bugün hala saklamış olmayı isteyebilirdim, fakat bir buhran döneminde onlarında hepsi kül oldu. Böyle her şeyi yakıp yıkma huylarım gelir bazen içime içime. Belki böylesi daha hayırlıdır. Nasip. Sonra bazı bazı yazıyı bıraktığım, herhangi bir yere aylarca yazmadığım olurdu. Bazen de bıraktığımı söylerdim ama içimin sancısını bir şekilde durdurmak adına elime geçen kağıtlara yazar sonra onları atardım çöpe. Böyle zamanlar geçirdim. Yazılarımı çok kez kendimi saklamak için imha ettim. Kimseye de okutmazdım zaten. Lise son sınıfta artık daha umursamaz, daha doğrusu daha özgüvenli bir birey haline geldiğimde yazılarımı birilerinin okuyup okumaması benim için çok önemli olmamaya başladı. Aynı sene dostlarla bir dergi çıkaralım dedik. El ele verdik ve 3 kişi bir dergi çıkarmaya giriştik. Konuları yazıları belirledik, yazdık sonra basıma götürdük. Dergimizi el yazısıyla çıkardık. Ve siyah beyaz tabii ki. Zaten içinde renklendirecek pek bir şey de yoktu ama olsun biz daha klasik, daha orijinal bir şey olsun dedik öyle yaptık. Eşe dosta neredeyse maliyetine sattık. E ekonomik kaygılar gütmüyoruz, şirket miyiz biz? Hem zaten elli adet bastırdığımız dergiyle ne ekonomik kaygısı. Sadece harçlıklarımızla çıkardığımız derginin bir sonraki sayısında daha rahat basım yapalım istedik. Gerçi sadece 2 sayı çıkarabildik. Olsun. O dönemde yaşadığımız o tatlı heyecanlar, insanların tepkileri, birbirimize yeniden ve daha sıkı tutunmamız her şeye karşı tek başına yeterdi. Hayatımızda tatlı bir anı oldu. Hala ara ara devamı gelecek diye hayal kurarız, insanlardan devam etmeyi düşünüyor musunuz sorularını alırız. Neticede yarın öbür gün çıkaracağız desek kim ne diyebilir ki. Bu bahis burada kapanmıştır.
   Üniversiteye geçtiğimde kendime bazı sözler vermiştim. Pek güzel bir defter getirmişti ağabeyim. Ben de onun içine saçmalamadan düzgün yazılar yazacağım demiştim. Bir süre öyle yapmaya çalıştım. Baktım ben saçmalamadan yazı yazamıyorum. Hem zaten yazı dediğin nedir ki beni mutlu etsin yeter dedim ve deftere haldır huldur giriştim. Şimdi bitmek üzere diye çok üzülüyorum çünkü defter bulmak ve almak büyük sorumluluklar gerektiriyor. Bir defteri daima yanımda taşıyamayacaksam bunun bir anlamı yok. Ne çok büyük ne çok küçük olmalı. Ne çok ince ne çok kalın olmalı. Defter bahsimiz de kapanmıştır.
   Geçen sene hala yerini bulamamış olmanın azabı ile kıvranırken -bana kalırsa bu hiç bitmeyecek bir azap ama hayırlısı tabii- bir dostum blog açmıştı, bana da aç demişti. Sonra bir hocamla görüştüğümde o da blog açmamı tavsiye etmişti. En nihayetinde ben de insanım bu baskıya daha fazla dayanamadım. Sonra da buradayız işte. 1 yılı aştı blog hesabım. Hala defterime ya da telefonuma da bir sürü yazı yazıyorum. Hatta blogu ihmal ettiğim oluyor. Bazen de yazamıyorum genel olarak. Tamamen yaşantımla ve ruh halimle paralel ilerliyor. Çok aşırı mutluyken ya da çok aşırı mutsuzken genelde yazmaya kendimi veremiyorum. Yazılarımda çok mutluyum ya da çok mutsuzum diyorsam onlar normal derecede hislerdir ama abartıyorumdur. Gerçekten uçta yaşadığımda içimde bir şeyler kıpırdamıyor çünkü. Ve son olarak tüm bahsi kapatıp olaysız dağılalım. 
   Yazı yazanlara tavsiyeler vesaire vermek isterdim ama o kadar uzun boylu değil. Bana kalırsa insan yazmak istedikten sonra kendini tamamen bu işe verdiğinde zaten olması gereken oluyor. Yazmak değil de yazabilmek bir yetenek çünkü. Bakınca insan her zaman yazamıyor. Çünkü insan. 

Yorumlar

  1. blog açıp hadi sen de aç diye zerdali'yi darlayan kişi benim, yani benim sayemde bu güzel yazıları okuyorsunuz, bir gün yakılacak defterler arasında kalıp gideceklerdi belki de. hayır hayır alkışa hiç gerek yok insanlık görevimi yaptım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teferruata insanlık görevlerini arka plana atıp aman bir ben mi varım demediği için teşekkür eder ve tüm insanlardan aynısı olmasa da bunun yarısı kadar özveri rica ederiz

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yüzyıl sonra yeniden

Ben ne yaşıyorum allasen

Yine yolda