Birdenbire
“Dert oluyor hemen
dönmeyişin.” Bu şarkı sözü birdenbire anlam kazandı zihnimde. Neden bilmiyorum
birdenbire “yazı yazayım en iyisi” dedim mesela. İnsanın aklına takılıyor, ne
yapıyordum da bu karara vardım? Aslında saat sabahın 7.42’si ve uyumam gerekiyor
sanırım ama hiç uykum yok, demek ki gerekmiyor. Malum olaylar ve karantina
yüzünden bozulan düzenimizin üzerine güzeller güzeli cânım Ramazan geldi.
Böylelikle en azından uyumadığımıza değecek bir sahur yapabiliyoruz, gelmeden
önce de sahur niteliğinde şeyler yapıyorduk şüphesiz ama artık bir anlamı var,
çok şükür. Her neyse, uyumadığıma göre faydalı bir şeyler yapabilmeyi ümit
ederek ‘yapmam gerekenler’ listesine bakayım dedim, ki bu listenin adı hakkında
daha önce hiç konuşulmadı. Aslında o bir program ama sonuçta içinde yapmam
gerekenler yazıyor. Ödevlerinizi, sınavlarınızı, filmleri, dizileri ve
kitapları bir listeye yazıyorsunuz ve ta taa, işte oldu. Hızlı bir şekilde
bitirmeye çalışıyorum çünkü günler baya hızlı geçiyor ve benim yetişmemi
beklemiyorlar. Oysa bazen biraz durup hiçbir şeyin akmayışını öylece izlesek
güzel olabilirdi. Listeden devam edelim. Yaptığım sıraya göre ilk üçün içinde bile olmayan bir dersimiz var ama
soruları çok hoş hazırlandığı ve tüm dünya şu an ona odaklandığı için ben de bu
süreçte aradan çıkarayım dedim. Başka türlüsü de mümkün olmazdı sanırım. En azından
bir ödevimi olsun gününden çok önce bitirmiş ve teslim etmiş olurum. Bitirmek bile
yeterli, gerçekten. Hocanın
açıklamalarını okurken epey etkilendim, cevaplarla ödev 1000 kelimeyi
geçmemeliymiş, toplamda 10 soru cevaplayacağız ve dolgu cümlelerle cevabı
boğmamamız gerekiyor. Bu minvalde bazı soruların cevapları sadece “hayır” ki bu
cevapla hiç puan alamayacağımdan neredeyse eminim. Yine de ispatlayamam tabii. Hem
denemeden de bilemeyiz. Bunun içinse yeterince yürekli değilim. En son açık
öğretim sınavları için derslerden birine çalışmadan öylece mi girsem diye
düşünmüştüm. Sonra kendimde o cesareti bulamadım. Gelin görün ki bugün bir
tanesine çalışmadan girdim ve hepsi bitmiş oldu böylece. Demek ki aslında cesur
sayılabilirim, belki buna olan inancım azdır o yüzden böyle düşünüyorumdur. Sonuç
olarak yazıyı yazmadan önce nelerle uğraştığımdan bahsettiğime göre birkaç şey karalayabilirim.
Öncelikle bu
karantina sürecinin bitmesini, virüsün tamamen ortadan kaybolmasını iple
çekiyorum. Sonralıkla bugün göründüğü kadarıyla üniversiteler tekrar
açılabilirmiş. Tamam da gerçekten buna gerek var mı, tüm sorunlarımızı uzaktan
eğitimle çözdüğümüzü sanıyordum. Memnun olduğumdan değil -hocalar sağ olsunlar
memnun olmamamız için uğraşıyor diyeceğim neredeyse- ama sürekli düzen
değiştirmek de gerçekten can sıkıyor ve yoruyor. Üstelik karantina bitse bile
koştura koştura dışarı çıkmaya can atmıyorum, hele ilk gideceğim yerin okul
olmasını hiç istemiyorum. Ben çok fazla karantinaya giremediğimden evin
sızısını derinden hissedememiş olabilirim ama okula -bu dönem için- geri dönmek
istemediğimden eminim. Bunu bir şekilde atlatacağız aslında ondan da eminim,
umarım mantıklı kararlar verilir. Biraz bunları bırakıp başka şeylerden
bahsedelim. Bu bir mektup olsaydı muhtemelen burada iltifat cümlelerinin vakti
gelmişti. “Gözlerinden mesela” diye devam etmek isterdim fakat bu düpedüz bir ‘birdenbire’ yazısı olduğu için ve ben aslında
o kadar güzel iltifat edemediğim için sırası hiç gelmeyebilir bile. Öyleyse nelerden
bahsedeceğiz peki? Mesela izlediğim dizi ve filmlerden bahsedebiliriz. Ama öyle
analiz ya da tavsiye şeklinde değil. Ben sadece izlediklerimi anlatır aradan
çekilirim o kadar. Ki bir şeyleri tarif etmede de çok başarılı sayılmam. Yazalım
gitsin o halde.
Yabancı dizi sektörüne
çok aşina değilim. Yani öyle bir oturuşta sezon sezon dizi bitirmedim hiç. Belki
bir iki sezon ama onda da muhakkak bir şeyler yemek için kalkmışımdır. Hiçbir şey
yapmadan sürekli oturup ekrana baktıktan sonra kafamı kaldırıp “neredeyim ben”
diye sorasım geliyor. Gerçek bir uyuşturucu. İzlediğim yabancı dizi sayısı iki
elin parmağı kadar ancadır sanırım. Hatta düz bir liste bile yapabilirim. Uzun bölümlü
ve çok sezonlu bir iki dizi vardır. Genellikle mini dizi daha makul geliyor. Ayrıca
final yapmamış dizileri izlemek de hoşuma gitmiyor ama insan düşüyor içine. En son
bu hafta içinde iki dizi bitirdim. Bugün de bu hafta içine dahil çünkü zaman
kavramı artık ortadan kalktı. Onlardan önce Agent Carter’ı bitirmiştim. Marvel serisini
ve Kaptan Amerika’nın sevdiceği Peggy’i sevenler kesinlikle izlemeli. Ben marvel
serisini de yeni bitirdiğim için arayı soğutmadan izleyeyim dedim. Tabii ki
canım dostum önerdi. Onun kriterleri içinde dizi izler nadiren kendi arayışıma
çıkarım, daha doğrusu arayışa çıkmama pek gerek kalmıyor sanırım genelde bir
şekilde beni buluyorlar. Şimdi o iki diziye gelelim. Bunlardan ilki bir mini dizi olan when they
see us. Çok sevdiğim bir dostum önermişti. Mini dizi olması ve gerçek hayattan
uyarlanması izlememdeki ufak etkenlerden biri. Çoğunlukla öneriyi yapan kişiyi
ve öneri tarzını dikkate alıyorum. Ağır bir dram olması bulunduğumuz günler
içinde hoş değildi ama dizi güzeldi ve epey ciğer parçaladı. Sonraki dizimiz
ise yine yukarıda bahsettiğim canım dostumun önerisi. Bu arada bu dizileri
öneren iki insanın da isimleri aynı ve soy isim baş harfleri de. Bu, hayatıma
daha fazla o isimde kimseyi almamama dair bir işaret olabilir. Dizimizin ismi:
The marvelous Mrs. Maisel. Şöyle ki, dizi çok hoş ve kaliteli, eğlenceli ve
güzel mesajlar alınabilir. Ve fakat birçok dizi ve özellikle yabancı dizide
olduğu gibi maalesef hoş olmayan içerik
sayısı da buna eşdeğer. Bunlar bilinsin zira önemli detaylar. Diziler bu
kadardı. Açıklamalar bitti. Son izlediğim üç filmden bahsedeyim. Aslında normalde
bunlardan bahsetmem ama şu an yazmak hoşuma gidiyor ve aklımda daha iyi bir
konu olmadığından gelişigüzel bunları yazıyorum. Öncelikle filmlerle aram
dizilerle olduğundan daha iyidir. Kesinlikle ve asla film profesörü değilim
fakat film izlemeyi dizi izlemekten daha çok seviyorum. Tek bir kesit ve bitti.
-Film serilerini saymazsak tabii.- Ayrıca mesela filmlerde verilecek hissin ve
mesajın da daha net ve keskin bir geçiş sağladığını düşünüyorum. Tabii bunun
için de birçok etken var. Her neyse bunlar da bambaşka konular mesela. Son üç
filme tekrar dönelim. İlki only yesterday isimli bir anime. 2020’de Miyazaki
filmlerini bitirmeyi planlıyorum. Sevgili dostum da izleyeceğini söyleyince
birlikte izlemeye çalışıyoruz fırsat buldukça. -ayrı evlerde olması kısmı biraz
üzücü, olsun- Bu film de tamamen ona ait değil fakat sanırım yapım ekibinde
bulunmuş, neyse ki film çok hoştu o yüzden onun olup olmaması kısmı çok önemli
değildi. Yine de şunlardan bahsetmeden edemeyeceğim. Normal şartlarda anime
seven bir insan kesinlikle değilim ya da değildim diyebiliriz. Çizgilerinden dolayı
çok hoşuma gitmiyordu, izlemek eğlenceli olmuyordu, çizimler bir çizgi film
izleniyorsa epey önemlidir çünkü. Seslendirme kadar hem de. Belki seslendirme
daha önemli olabilir bilemedim. Fakat Miyazaki o kadar harika filmler yapmış,
yazmış ve yönetmiş ki insan nasıl daha önce tanışmadım diyor. Çocukken kesinlikle
izlemeliydim. Fakat her çocuk şanslı olmuyor. Geç olsun güç olmasın diyoruz. Geçen
dönem yaptığım seminer ödevi üzerine çalışırken denk geldim kendisine ve filmlerini
izledikçe özellikle 90’larda sinemanın o vasat şartlarında bu hayal gücü ve
yetenek beni şaşırttı. Miyazaki kesinlikle
öneri listesinde. Hem de her filmi -ki henüz hepsini izlemedim- Sıradaki film
Tarık Tufan’ın kitabında karşılaştığım before sunrise isimli üçleme. Üçleme olduğunu
izledikten sonra keşfettim. Hoş değildi ama filmin bence de devamı olmalıydı. Sevimli,
izlerken genellikle tebessüm ettiğim hoş bir filmdi. Devamlarını henüz
izlemedim. Üçüncü filmimiz ise yıllar sonra sonunda izleyebildiğim piyanist. Filmler
hakkında açıklama yapmıyorum çünkü bu bir araştırma ödevi değil ve internette
hepsi hakkında yazılar ve fragmanlar mevcut. Bu film de dram yönünden epey
ağırlıklı. Bir savaş ve dönem filmi haliyle. Etkileyici bir yapıt. Yine bir
gerçek hayat uyarlaması. Evet, unuttuğum bir film var. Listemde olmadığı ve
izleme kısmım tamamen spontane geliştiği için unutmuşum. Büyük usta Charlie
Chaplin’in yumurcak çevirili the kid filmi. Bir gece yine uyumak yerine youtube
bataklığında geziyordum ve bir de ne göreyim o film. Dedim ki bu bir işaret. Çünkü
bu filmi de izlemek istiyordum ama bu ayın listesine yazmamıştım. Bazen liste
dışı hareketler yapılabilir. Her neyse filmi izledim, cahilliğimi bir kez daha
yüzüme vurmuş oldum. Bunu başkaları yerine kendime yapıyor olmama seviniyorum,
daha etkili ve acısız oluyor. Kendime çok yüklenmiyorum. Meğersem bu Kemal
Sunal’ın küçük kızla olan filmi bundan uyarlamaymış. Tıpkısının aynısı sayılmaz
ama ana hikaye aynı. Zaten bu yüzden uyarlama denmiyor mu? Neyse böylelikle onu
da izlemiş oldum ve Charlie Chaplin filmleri dahil birçok siyah beyaz film
youtube’da varmış ya da yeni yüklenmiş. Haberi olmayanlara duyurulur. Her neyse
günlük köşe yazısının sonuna gelirken saatlerimiz 8.54. günlerden Salı ve 5
mayıstayız. Ramazan bizi yine çarçabuk terk edecek. Umarım güzel bir ayrılık
olur.
Çok az kaldı güzel
günlere. Umarım bunu herkes hissediyordur. Yağmur da yağsa, güneş de açsa,
fırtınada, sessiz sakin havalarda, hiç fark etmeksizin hep birileri olsun
hayatınızda. Daima kalacak ve daima her şeyi yapabileceğiniz birileri.
İçimden gelmişken bir şarkı bırakayım. Yüzyüzeyken konuşuruz- Çok acil bir iş
İçimden gelmişken bir şarkı bırakayım. Yüzyüzeyken konuşuruz- Çok acil bir iş
Yorumlar
Yorum Gönder