Mezun kişisi
Uzuun zaman sonra yeniden merhaba. Aslında bu kadar bekletecek önemli sebeplerim yoktu. Hatta şimdiye dek en az 3 yazı yazarım diye planlıyordum, fakat hayat planladıklarımız çerçevesinde ilerlemiyor. -kaytardım demiyorum da, afili sözler söyleyerek ortamı yumuşatmaya çalışıyorum- Sonuç olarak bugün buradayız. Mecnun'un 'şu anda buradasınız' tabelasıyla olan sahneye döndü hayatım. Fotoğraf eklemeyi başarabilirsem bu blogun ilk fotoğraflı yazısını da böylece paylaşmış olurum umarım. Fotoğraf ekleyerek bloga yeni bir soluk getirdim hayırlı olsun. Neden hayatın o halde diye soracak olursanız, mezun oldum, kpss sonuçları açıklandı, yüksek lisans başvurularım reddedildi, artık öğrenci değilim, mesleğim yok, herhangi bir vasfım yok, düz boşlukta asılı duran biriyim şu an. O yüzden öyle.
Yine de çok karamsar bir tablo çizmeye gerek yok. Daha yolun başındayım, değişirim. Bildiğim tüm yollar da tek bir yere çıkmaz bu saatten sonra. Bu yazıyı sayın teferruat arkadaşımın yazısından özenerek yazıyorum. Sadece yazısı değil elbette, yazdığı mektupları yeniden okuyup kendime çeki düzen vermem gerektiği ve bunun başlangıcını bloga yazarak yapmam gerektiğini düşündüğüm için yazıyorum. Teşekkürler teferruat 'a iletilebilir kısaca.
Öncelikle mezuniyetimden artık biraz bahsedeyim. Diplomamı almamış olsam da aylar önce resmen mezun oldum çok şükür. Bu mezuniyet öyle sıradan bir mezuniyet değil yanlış anlaşılmasın. Ben eğitim hayatım boyunca çile çektiğini düşünen ve çile çektiren bir öğrenci oldum. Her şey ortaokuldan liseye geçmemle başladı. İlkokulda gayet başarılı bir öğrenci olan ben, liseye geldiğimde birden okulun ne kadar gereksiz bir yer olduğunu düşünerek kendimi ergenlik triplerine girerken buldum. Bir de evden değil yurttan okula gidip geliyordum o yüzden benim için daha zor bir süreç olmuştu. Önce yurdu bırakma kararı aldım ve tabii ki başarılı olamadım çünkü evden okula gidip gelmek çok zor oluyordu. Merkeze uzak bir yerde oturuyoruz ve sürekli otobüs bulunmuyor okulun olduğu yere. İlk sene sınıfta kaldım, baya karnede sınıfta kaldı yazıyordu, ortalama yükseltme sınavlarıyla nasıl olduysa geçtim. Tembel bir öğrenci olmama rağmen -meslek dersleri hariç, imam hatip okudum ve meslek derslerim hep çok iyiydi- öğretmenlerimle aram hep iyiydi. Muhtemelen salak mı akıllı mı olduğum konusunda kararsız kalıyorlarmıştır o dönemde. Her neyse, lise ikide yine sınıfta kaldım, bizim zamanımızda anadolu-düz ayrımı vardı liselerde, ben anadoludaydım, sınıfta kaldığımda ya düze geçip bir üst sınıftan devam edebiliyordum ya da anadoluda kalıp aynı sınıfı tekrar okuyordum, çift dikiş derler ya hani, işte öyle. Neyse biz birkaç arkadaş birlikte kalmıştık, karar verdik sene kaybetmektense düze geçelim, çok bir farkı yok zaten diye. O sene de yeni bir kural getirdi meb, ortalaması yetenlerin ders puanlarına tek tek bakmadan üst sınıfa geçireceklerdi, bizim de ortalama yetiyordu, zaten benim matematikle geometri 0 sadece, bildiğimiz 0 ama, 1 falan değil. Boş kağıt veriyordum çünkü, çılgın zamanlarımız işte. Onun dışındaki derslerim çok da fena değil, ortalama bir yerlerde sayılır, belki ortalamanın bir tık altı. Neyse biz o sene de yırttık çok şükür. Lise üç nasıl olduysa -öğretmen etkisi ve konuların değişmesi, tabii bir de benim değişmem büyük etken- o seneyi hasbel kader geçtim, yine kıyısından kurtardım ama normal geçmem mümkün değil. Zaten son sene üniversite sınavına hazırlanacağım diye bir arkadaşım sağ olsun açık öğretime geçme teklifi etmişti, o seneyi de açıktan tamamladım, hayatımın en okulsuz dönemlerinden biriydi ve çok güzeldi, cumartesi günü meslek dersleri için okula gidiyorduk, hafta içi dersane oluyordu. O sene dersaneye gitmesem muhtemelen herhangi bir üniversite kazanamazdım çünkü dediğim gibi lisede asla ders çalışmadım. Neyse ki edebiyat az çok ilgi duyduğum ve çabuk kafama yatan, ezber yapabildiğim ve aşina olduğum bir dersti, Türkçe zaten az çok başarılı olduğum bir ders, coğrafyayı da halletmiştim dersanede, sözel puanım gayet iyi gelmişti, fakat ben eşit ağırlıktan bir bölüm istiyordum -bu arada lisede tm okumamın sebebi okulda sözel sınıfın açılmaması, yeterli sayıda öğrenci olmadığı için sınıf açamıyorlarmış, o yüzden matematiğim hep 0 dı ama tm okumuş göründüm üzgünüm- İstediğim bölüm olmayınca, olmayacağını bildiğim için çok da üzülmedim, çünkü emek gösterip karşılığını alamazsan üzülürsün ama ben doğru düzgün ders çalışmıyordum ki, ders çalışıyor görünmek için Türkçe, edebiyat çözüyordum çünkü eğlenceliydi. O sene bir üniversiteye yerleştim, asla beklemediğim bir üniversiteydi, puanım yetmiyordu çünkü, ama kaydırma yapmışlar ve nasibim ordaymış demek ki. Bir sene hazırlık okumanın ardından -ki hala okuldan nefret ediyorum ve yine yurtta kalıyorum- Sene sonunda yurdu bıraktım, ertesi sene yeni yurt arayışına girdik, yeniden yerleştim, 1 hafta sonra okulu bıraktım. Ailemle zor zamanlar geçirdik elbette, iki taraf için de zorlu bir süreçti. O sene yeniden sınava hazırlandım, maksadım üniversiteye gitmek değildi, matematiğim olmadığı için istediğim bölüme gidemeyeceğimi biliyordum zaten. Sadece yapacak daha iyi bir işim yoktu boş boş duramayacağım için ders çalışıyor gibi göründüm, yine. Ders çalışmayı başaramamak gibi bir huyum var, okulu sevmemek gibi de. O sene yine hiçbir şey olmadı hatta daha düşük geldi puanlarım. Merkezi yatay geçiş ile mezun olduğum üniversiteye geldim. Bu da tamamen yapacak daha iyi bir şey bulamadığım için. Ah beni sanayiye verin diye çok yalvardım ama nerdee, şimdiye dek kaporta ustası olmuştum bile. Neyse geldim okuluma. Yeni bir macera. Memleketim de olsa yeniden bir yere alışmak yorucuydu. Bense artık sıkılmıştım bir şeylere alışmaya çalışmaktan. Her seferinde düzenimi kuruyor sonra bırakıp gidiyordum. Bayıldığımdan değil ama öyle gerekiyordu o an. Her neyse, burada pandemiye kadar olan dönemde toplam 2.5 sene geçirdim. Her dönem yeniden okulu bırakmayı düşündüm ve pandemi çıkınca rahatladım açıkçası. Çünkü okula gitmemek benim için büyük lüks. Okulda beni mutlu eden tek şey sevgili teferruat'ın varlığıydı. Çok şükür ki hayatımda böyle güzel şeyler de oldu, oluyor. Hal böyle olunca benim mezun olmam insanların, özellikle yakın çevremdeki insanların dikkatlerini çekiyor. Herkes buna çok sevindi. Hala inanamıyorum böyle bir şey nasıl mümkün olabilir ama resmen mezunum. Bu süreçte yaşanan pek çok şeyi, hissettiklerimi yazamasam da genel olarak anlaşıldı sanırım mezun olmamın önemi. Şimdiyse yeniden başka bir bölüme mi başlasam, yüksek lisans mı yapsam falan diye düşünüyorum. Okulu hala sevmiyorum ama dikkatimi çeken şeylerle ilgilenirsem belki daha katlanılır olur gibi geliyor. Okulu sevmememin belirli bir nedeni yok aslında. Orda boğuluyor gibi hissediyorum. Bu nasıl tarif edilir tam bilemiyorum ama liseden beri bu böyle ve gerçekten bu his beni oldukça yoran, yıpratan bir histi. Bitmesine seviniyorum. Yine de okul sayesinde, kaldığım yurtlar sayesinde yaşadığım güzel anılara, hayatıma kattığım kişilere binlerce kez şükrediyorum. Hoşlanmadığımız her şey yanında çok seveceğimiz güzellikler de getirebilir. Teferruatın deyimiyle: "hayat size karnıyarık gibi, biber dolması gibi dışı sebzeli içi güzelli şeyler verebilir. Mühim olan o güzelliğe giden yolu açmak." Ben öyle yapmaya çalıştım, bazen başarılı oldum bazen olamadım, zaten olması gereken de bu. İnsan her zaman tek bir şey olamaz çünkü. Hayat inişli çıkışlı bir yol ne de olsa.
Daha yazacağım çok fazla şey vardı, farklı konulardan da bahsedecektim fakat aşırı uzun olmasın yazı, ki okurken sıkılmayalım, bir de konudan konuya atlamayalım, ki kafalar karışmasın. Bugünün konusu hep ertelediğim mezuniyet yazım olmuş olsun, eksikleriyle kabul edin. Başka bir yazıda başka konularla görüşmek üzere.
Sevmediğimiz şeylerde bile bir iyi yan aramayı ihmal etmediğimiz, her şeyin bir gün muhakkak sonunun geleceğini asla unutmadığımız, hedeflerimiz için çaba sarf etmekten vazgeçmediğimiz günlerimiz olsun. Eylül akşamları gibi sakin ve hafif esintili, tam bir sonbahar güzelliği.
Yorumlar
Yorum Gönder