"hele bir gel"

   Her şeyin bu hızda akması, sürekli bir şeylerin değişmesi bazen canımı sıkıyor. Evet tamam zaman durağan bir kavram değil, bir şekilde biz ne yaparsak yapalım akmaya devam ediyor. Mesela akmak kelimesini kullanıyoruz zaman için. Su için de aynısını kullanıyoruz. Zaten "zaman su gibi akıyor" sözü de var kültürümüzde. Tüm bunları anlıyorum, tüm bunları kafamda bir yere oturtuyorum evet. Yine de kabullenemediğim olaylar da olmuyor değil işte. En çok da kendimi kabullenemediğimden sanırım bu hıncım. Çünkü öylece duruyorum ben. Hiçbir emek sarf etmeden, hiçbir topu kurtarmaya gitmeden. Her şey benim dışımda gelişiyor, oysa benim müdahil olmam gerek bazılarına, hatta birçoğuna. Bunu yapamıyor olmak yoruyor en çok beni. İnsan durduğu yerden de yorulabiliyor demek ki. 

   Marguerite Duras'ın yazmak kitabını okuyorum. Düşüncelerinin bir kısmı kesinlikle benim de içimden geçenler, bir kısmı bambaşka hiç aklıma gelmeyen şeyler. Onun cümleleri sayesinde yazıyorum şu an bu cümleleri. Çünkü yazmak, bir anda ve ne olacağı belli olmadan ortaya çıkan kelimeler topluluğudur biraz. Duras da diyor ki: "Yazı, bilinmeyendir. İnsan yazmaya başlamadan önce ne yazacağı hakkında hiçbir şey bilmez. Kafasının içi dupduru da olsa." Ben bu cümleden yola çıkarak az önce kurduğum cümleyi yazdım mesela. Özünde anlatmak istediğim şey aynı, fakat bunu farklı kelimelerle birçok varyasyonda bulabiliriz. Aslında yazarların çok bilinen, altı çizilen, herkese mâl olmuş cümlelerinden bazıları da böyledir. Cümle o kadar aşinadır, o kadar sıradandır ki, bunun aynını ben de düşünmüştüm deriz. Hatta bazı fikirleri/hisleri farklı şekillerde farklı yazarların kitaplarında okuruz bazen. Yazmak böyledir. Aynı zamanda durdurulamazdır ve alenidir. Yine Duras'ın: "Yazı, yel gibi gelir, çıplaktır, mürekkeptir, yazıdır ve yaşamda başka hiçbir şeyin geçmediği gibi geçip gider, başka hiçbir şey değil, yalnızca o, yaşam." Şimdilerde yazılar klavyelerde yazılıyor. Artık mürekkep uzak bize. Yine de hala el yazısının yerini tutamıyor bu şekilde yazmak. Kağıt ve kalem olduğunda insan kendini daha özgür ve daha güvende hissediyor bana göre. Senin hükmün altında oluyor her şey. Harika bir his. 

   Bugün uzun zamandır yazmadığım için bu vesileyle bir şeyler dökmek istedim içimden. Birikmiş bazı fikirler, bazı gerçeklikler, bazı konular. Mezun olduğumu zaten yazmıştım, bunun neden önemli olduğunu da anlatmıştım. Sorun şu ki, mezun olduğum bölümle alaka kuramıyorum isteklerim arasında. Üstelik ne istediğini de bilmeyen biriyim. Her şeyin bu kadar saçma gelmesi bundan kaynaklı olabilir. Hayatını düzene koymuş insanların herhangi bir şeyi bu kadar saçma bulduğunu sanmıyorum. Elbette zan sadece bu. Belki de her şey herkese saçma geliyordur bilemiyorum. Sadece hissettiklerimi söylüyorum. Birtakım işler var yoluna koymam gereken. Kendimi geliştirmem gereken noktalar -ki bu hiçbir zaman bitmeyecek farkındayım- var. Kendime kendimi ispatlamam gerek bir noktada ayrıca. Bir insan buna ihtiyaç duyar mı emin değilim. Bazen kendi kendime riyakarlık ediyormuşum gibi geliyor çünkü. Mesela iyi olduğum konuları biliyorum ama iyi olmadığımı savunuyorum kendime. Bu şekilde kendimi nasıl körelttiğimi ileriki yazılarda okumazsınız inşallah. Tabii gerçekten iyi olduğuma emin olduğum konular da var. Onlarda yiğidi öldürüp hakkını veriyorum. Ama o kadar kısıtlı ki bunlar. Olsun. Yine de insan kendine bu şekilde muamele etmemeli gerek diye düşünüyorum bir noktada. Günün sonunda hepimiz yalnızca kendimize kalıyoruz. İnsan kendi kendine yetebilmeli ve kendini bu kadar yıpratmamalı. Ayrıca insanın bu kendiyle olan derdi nedir? Şımarıklıktan mı acaba bunlar? Yoksa varoluşumuzun bize sunduğu bir özellik mi? Emin değilim. Yine de herkes aynı konudan muzdaripse sorunun nedeninden şüphe duymamak gerek gibi. Konumuz bunlar değildi, işte yazı böyledir demiştik değil mi?

   Bir gün geçiyor, iki gün geçiyor, ben öylece boşluğa bakmaya devam ediyorum. Her gün kendime yaşamak bu değil diye hatırlatıp duruyorum. Bana uygun yaşamak'ı nasıl bulacağımı bir bilsem ah. Pazardan alınan bir şey de değil ki gideyim sokak sokak arayayım. Yine de belki diyorum, sokak sokak arasam aradığımı bulabilir miyim? Bir mantıklı gelmedi değil şu an bu fikir. Dur bakalım yapacağız bir şeyler. Biraz da sistemin ve genel olarak insanımızın kusurlarından dert yanayım. Sonuçta dert yanmak ve çözüm odaklı olmamak bizim işimiz.

   Bu yaşıma geldim hala ne olmak istediğimi, hayatta durmam gereken noktayı, içimden geçenleri nasıl düzenleyeceğimi ve politikadan neden anlamadığımı bilmiyorum. Sonuncusunu kendi içimde hallederim o sorun değil. Fakat diğerleri için neden şimdiye dek kimse elimden tutmadı, neden tek bir yol varmış, herkesin yolu önceden çiziliymiş gibi davranıldı anlamıyorum. Şu an çok farklı şeyleri dert ediniyor olabilirdim. Bundan sonra senden güzel şu olur, bu olur diyenlerin ağzına mecbur kürekle vuracağım mesela. Ondan olacağım varsa da olmayacağım bu saatten sonra hadi bakalım. Ben diyorum ki kendimi güzel ifade edebildiğim, insanlara bir şekilde faydamın dokunduğu, sosyal barışı getirebildiğim -dünyayı da kurtarırım şimdi bak- genel bana uygun olabilecek bir mesleğim olsun. Bana diyorlar ki bak şöyle işini yaparsın şöyle paranı alırsın şöyle iyi şöyle bal şöyle kaymak. Kime göre kardeşim kime göre? Sana göre olanı anlatıyorsan buyur geç yap, bana göre olanı anlatmayacaksan da bekleme yapma. Gereksiz yükseldim ama sinirleniyorum. Farkındayım al bu senin mesleğin olsun demezdi kimse, demesin zaten. Bak şöyle şöyle şeyler var, dikkatini çekebilir belki şunlara baktın mı diyebilirlerdi. Bu demeyenler kimler hiçbir fikrim yok, var da belli etmiyorum ya da. Her neyse. Biz öyle böyle geldik mi buralara, geldik. Elimde hiçbir şey yok mu, yok. Önümde sisli ve karanlık mı, öyle. Olsun. Bunları da aşacağız mecbur. Neden çünkü hayat böyle. Aşman gereken dağlar, düşmen gereken çukurlar, çizmen gereken çizgiler var. Ben içimden geldikçe öfkemi, neşemi, kederimi akıtıyorum sadece. Belki bir gün bambaşka hallerde dönüp arkamda bıraktığım günleri okumak isterim diye. He bir de severim oturduğum yerden söylenip durmayı. Çünkü insan biraz söylenme üzerinedir. Çünkü insan, insandır. 

   İçimizden gelenlere kulak verdiğimiz, hayattaki duruşumuzu ve yerimizi bildiğimiz, çiçek bahçelerinden geçer gibi aheste ve hoş adımlarla yolumuza devam ettiğimiz günlerimiz olsun. Eğer bir şeyi gönülden istiyorsanız onun için çabalayın. Fakat her istediğinizin olamayabileceğini de bilin. Ne dedik, hayat bu. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yüzyıl sonra yeniden

Ben ne yaşıyorum allasen

Yine yolda