Yolluk

   İnsanları uzaktan izlemek çok eğlenceli bir olay bence. Nasıl biri olduğunu bilmeden, tahmin etmeye çalışarak, hareketlerine anlam yüklemek, komik ve tatlı geliyor. Yine otobüsteyim bugün, Ankara'dan Isparta'ya dönüyorum. İkisi de evim gibi olduğu için ikisine de dönüyorum fiilini kullanmak hoşuma gidiyor. Çünkü insan evine döner. Ama tartışmasız şekilde Ankara daha çok evim, özür dilerim memleketçim ama Ankara benim özümü bulduğum yer. Kalabalığından, keşmekeşinden, o yoğunluktan, bazen o sıkıcılıktan yorulsam da daima özlediğim yer Ankara. Hani birini çok seversiniz, kavga da etseniz günün sonunda yine ona dönersiniz, ne kadar canınızı sıksa söküp atamazsınız ve zaten atmak istemezsiniz çünkü, işte Ankara öyle benim için. Bazen kardeş, bazen dost, bazen sevgili, çoğunlukla hepsi. Bir şehre bu kadar anlam yüklemek gereksiz gelirdi eskiden, ama Ankara'dan ayrıldığım gün anladım. İnsan hayatındaki herhangi bir şeye kıymet vermekle seçiliyor. Ve aslında kıymet yalnızca kişinin kendi şahsında ölçülebiliyor, yani biri "ben daha çok seviyorum" dedi mi anlamlı bir cümle olmuyor. Çünkü neye göre daha çok, herkesin sevgi anlayışı, kalbinin derinliği, zihninin aldığı çok farklı. İnsan sadece kendinin neyi neyden daha fazla sevdiğini belirleyebilir. Mesela ben Ankara'yı İstanbul'dan daha çok seviyorum. İstanbul'a neredeyse hiç gitmediğim için, orayla bir bağım olmadığı için, hayatımda bir karşılığı bulunmadığı için böyle bu. Çoğunlukla İstanbul sevilmez mi, Ankara ne ki İstanbul varken tarzında söylemler duyuyorum. Tamam, İstanbul gerçekten harika bir şehir, onun güzelliğini, şaheserliğini, tarihini, azametini zaten yadsımıyorum, sadece benim yüreğimde yer edecek bir anım yok onunla. Ankara'yı sevmeyenleri de anlıyorum, benim gibi apayrı bir yeri olanları da. Ben diyorum ki, herkesin neyi ne kadar neden ve ne şekilde sevdiğine/sevmediğine kimse karışamaz, buna bir ölçüt de belirleyemez. Bunları neden yazıyorum, aslında başka bir başlangıç yapacaktım ama bunlar döküldü yüreğimden, ben daha önce bunun yanılgısına çok düştüm çünkü: Bir şeyi en çok ben seviyorum sandım, bir tek benim için çok kıymetli diğerleri o kadar değer vermiyor sandım, işte sonra bunu fark ettim, hatta daha önce bu kadar detaylı düşünmemiştim bunu, yazarken birden böyle düşündüğümü fark ettim. Yazmanın böyle de güzel bir etkisi var; farkına varıyorsun kendinin. 

    Aslında başlamak istediğim noktaya gelelim, bazen canım sıkıldığında -çoğunlukla insanlar tarafından moralim bozulduğunda, yani tarafından derken, bana bir şey yapmasalar bile yere çöp atan, başkasını kandırmaya çalışan, güleryüz göstermeyen insanlar gördüğümde mesela- doğadaki her şey moralimi düzeltebiliyor. Az önce yaşadığım olay şu şekilde gerçekleşti, muavin Afyon'da binen bir yolcudan para aldı, sanıyorum ki son anda yetiştiği için bilet alamamış, normalde biraz önce baktığım bilet parası 100 liraydı, kız da öyle biliyor olsa gerek parayı direkt verdi, muavin dedi ki zam geldi yalnız biletlere, kız bir duraksadı, ne kadar dedi, Antalya'da inmeyecek misin dedi, kız yok Isparta dedi, muavin yoluna devam etti, eğer fazla para alsaydı müdahale edecektim mecbur neyse ki almadı, zaten ben binerken de yere çöp atmıştı bu muavin, kendisine bir miktar sinirliydim o yüzden neyyse. Bu olay olunca canım sıkıldı, sonra bir kuş sürüsü geçti yukardan, onları görünce anında bir tebessüm yerleşti yüzüme, çünkü kainat çok güzel dostlarım, ben kendisine bayılıyorum. Sonra ilerleyen yerlerde yine çok tatlı şeyler gördüm, bisikletli bir amca, salıncakta sallanan iki minik, 3 tekerliyle giden bir kadın ve çocuk, kulaklıklı bir kamyoncu amca, sararmış ağaçlar, hepsi benim için gülümsetici manzaralar. En başta yazdım ya, insanları uzaktan izlemek çok güzel diye, işte bunlar oraya dahil, belki o sallanan çocuklar aşırı yaramaz ve yanlarında olsam katlanamayacağım, belki o bisikletli amca çok huysuz biri, belki o kadınla çocuk hiç hayatımda görmek istemeyeceğim tipler, ama işte uzaktan hepsi çok sevimli. 

    Otobüsün moladan önceki yarısı çok eğlenceli geçmedi, bir yerden feci soğuk geliyordu ve üşüdüm, üstteki havalandırmamı da kapattım ama bir yerlerden esiyordu, hayırdır temmuzda mıyız aloo diyemedim, herkesten özür dileyerek ayaklarımı katlayıp oturmak durumunda kaldım yoksa ayaklarım donacaktı. Molada tuvalette bir teyze abdest alıyordu ve diğer teyzeye şöyle dedi: Ben abdestsiz nasıl basayım toprağa, ölüm var kalım var ne zaman nolacağı belli mi? Teyzenin sözleri çok huzurlu geldi bana, çok da tatlı biriydi, inşallah öyle bir özen bana da nasip olur ve de dileyen herkese elbette, amin. Kahve almak için tesisteki "çay kahve" yazan yere gittim, bu tesise ikinci gelişim ve çok hoşlanmadım, sürekli tesis değiştiriyor firmalar da aaaa, diğeri güzeldi benzinliğe yakındı kahvemi otomattan alıyordum, burda kasiyer kız sağ olsun aşırı güleryüzlüydü(!) kahve gereksiz pahalıydı, seçenek de yoktu maalesef o yüzden tadımız kaçtı bir nebze. Neyse ki yolluk kurabiyem vardı o biraz keyfimi yerine getirdi. Tam şu an otobüste yanımdaki çocuk asla bıkmadan telefonla konuşuyor 1 saattir, ikinci kulaklığı da taktım ses yalıtımı için, bir ara otobüs durdu müziği kapattım noluyor diye, telefon kapanmış 1 saat dolduğu için, teşekkürler operatörler. Ayrıca otobüsün balans ayarı mı bozuktur, amörtisörlerde bir sıkıntı vardır anlamadım sallanıyoruz sürekli deli dehşet. Muavin açıklama yaptı bir iki kişiye, tamirciye götürmüşler olmamış mı ne, anlamadım ama biraz can sıkıcı, sağ salim varırız inşallah yerimize yurdumuza. 

    Dönemin bitmesine az bir süre kaldı denebilir. Bu süreçte seminerimi bir an önce yazmam gerekiyor. Ki herkese dert olmuş bir şeydir hala konu bulmadım. Teferruat sürekli darlıyor konu buldun mu diye, danışmanım galiba konu bulmadığım için benimle konuşmuyor, üzülmeyin arkadaşlar birkaç konu önerim var artık, bu hafta danışmanımla konuşup kesinleştirip yazmaya başlayacağımı umuyorum. Çünkü dönem sonunda her şey üst üste gelecek ve bunu istemeyiz. Özellikle vizelerde bazı ödevlerimi yapmak için sabahlamam gerektiğini düşünürsem, son ana bırakmamaya çalışırım, ama umarım uslanmışımdır çünkü hep böyle derim ve yine de yumurta kapıya dayanana kadar beklerim. Bakalım göreceğiz neler olacak, umarım herhangi bir dersten kalmadan güzel güzel tüm bölümlerimi bitiririm. 

    Tatilim 14 gün sürdü, aslında pazartesi dönecektim ama salı derslerinden biri iptal olunca diğerini de kafadan iptal ettim, bundan sonra devamsızlık yapmamayı umuyorum çünkü öğrencilik benim mesleğim evet. Tatilde bol bol yeğenlerimi sevdim, kocaman oluyorlar maşallah, büyük olanın algısı iyice gelişmiş, eşek sıpası bir inat, bir sinirli ama bir gülüyor ki insanın yüreği eriyor. Bebekler böyledir zaten işte, bebekleri anlamaya çalışmak nafile, yaşayın gitsin, bir şekilde büyüyorlar, Allah hayırlı ömür versin. Küçük olan da tam sevmelik olmuş, artık o da konuşunca tepki veriyor ve gülüyor. Canlarımı özlüyorum uzaktayken, yeğen hakikaten başka bir şeymiş. Çok güzel bir duygu olduğu konusu şüphe götürmüyor. Bunların dışında ehliyetimi çıkarttırdım, fakat ne yazık ki ben otobüse bindikten bir saat sonra aradı kargo ehliyetiniz geldi evde misiniz diye, artık kendisine biraz geç kavuşacağım neyse. Ama ilk ehliyet kontrolümden geçen gün geçtim. Geçici belgemi çıkarttırmıştım nolur nolmaz diye, abimlerden dönüyorduk, babam yolda bana verdi arabayı, tam bizim oraya girişte polis olur genelde, ama hiç şimdiye kadar bizi çevirmemişlerdi, bana nasipmiş demek ki, sağa çektim, polis aracının soluna durmuştum diğer taraftan alıyorlarmış, polis abi dedi ki şu taraftan sıraya girin bir ehliyet kontrolümüz var, babam da dedi ki in ehliyetini göster gel, tam iniyordum inmenize gerek yok geri gelin şuraya geçin dedi polis, ben de istemsizce 'ya ben acemi şoförüm de' dedim, polis güldü ehliyeti aldı götürdü sonra getirdi, babama diyorum ki normalde durdurmuyorlardı neye göre çeviriyorlar, babam da sağ olsun, seni bu daha küçük diyip çevirmişlerdir, 25 yaşına girecek olmam dışında sorun yok, anne babalara göre asla büyümüyor insan. Son olarak 10 gün sonra gireceğim bir sınava hiç çalışmadım hala ve sefilleri bitiremedim, aslında azmetmiştim ama yine de 300 sayfam kaldı, mecbur sonra bitireceğim artık, kitap beni sefil etti gerçekten, özür dilerim Hugocum ama bu kadar uzatmaya gerek var mıydı? Biraz daha alanla ilgili okumalar yapmam lazım o yüzden daha çıtır romanlar ekledim kitaplığıma, onlardan devam. 

    Rüzgar güllerine kavuştuk an itibariyle, onu bunu yazarken zaman geçmiş ve sanırım söyleyeceklerim bitmiş. 2. kez kimlik kontrolünden çıktık az önce. Geçen gün İstiklalde yaşanan patlama için de başımız sağ olsun. Bunların asla biteceği yok, söylenecek çok bir şey de yok. Ben böyle konularda daha da sessizliğe bürünüyorum malesef, hüznü çok ağır çünkü. Rabb'imin kahhar sıfatına havale ediyorum, dualarla yaşıyoruz ve duaya devamdan başka yolumuz yok. Türkiye çok güzel bir ülke, bunu bozmaya çalışanlara Allah fırsat vermesin ve dimdik ayakta durmamız için yardımcımız olsun. Hepimizin yapması gereken de ayakta durabilmek, yaptığımız işi en güzel şekilde yapmak. Neyse klasik sözlerden ve saçmalamaktan başka sözüm olmadığı için bahsi kapatmayı daha uygun buluyorum. 

    Gün ışığının parıltısı, gökyüzünün berraklığı, rüzgarın ferahlığı, suların serinliği, ağaçların yeşilliği, kuşların cıvıltısı gibi günlerimiz olsun. Hoşça kalın.

    Not: Yolluk çok güzel bir kelime, buna da bir yazıda değinelim unutmuşum. 

Yorumlar

  1. ankara övücülüğüne gerek var mıydı bilmiyorum ama seminer konusu bulmuş olmanı gönülden kutluyorum, daha fazla seni darlamak istemezdim ama buna mecburum arkadaşlar böyle günler içindir 🐥🐥🐥

    YanıtlaSil
  2. Hala Ankara'ya gelmemiş ve bir parçası Ankara'da olan biri olarak bu yorumu sana yakıştıramadım, ayrıca evet arkadaşlara teşekkür ediyoruz bunun için 💫

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yüzyıl sonra yeniden

Ben ne yaşıyorum allasen

Yine yolda