Istırap*

   Izdırabı ruhun ödülü olarak görüp göremediğimi düşünüyorum. Daha güzel bir ruh düşlüyorum sonra. Daha güzel bir kalp ve akabinde güzel bir akıl. Diyorum ki bunca acı, bunca sancı ne için? Zaten yarın hiçbirinin bir önemi olmayacak. Lakin bugün niçin bu denli mühim bu hissettiklerim. Bazen öyle oluyor ki etten kemikten değil, yalnızca hislerden oluşuyor bedenim. Bazen öyle doluyor ki içim sığamıyorum yerlere göklere. Hem ne yaşarsam hep enlerde yaşıyorum hem de abartmaya gerek olmadığını söylüyorum. Çelişkiler uzmanı olmaya doğru hızla ilerliyorum. Kararlı ve ne istediğini bilen bi insan olamadığım için her geçen an daha da sinirleniyorum kendime. Fakat şimdi konumuz bu değil. Konumuz ızdırap. 
   Nurettin Topçu'nun Var Olmak'ını bitirdim bugün. Var olabiliyor muyum hala emin değilim. Fakat içinden bana uyan her cümleyi tebessümle bitirdim. Satırların altını çizerken içimden "işte tam olarak böyle" dedim. Bu aralar varoluşsal sıkıntılardan ziyade varkalışsal sıkıntılar yaşıyorum. Gündelik dertler, sınavlarını veremediğim ve bütünlemeye kaldığım dersler, çevremdeki hastalar ve yaşanan olaylar, evlenecek insanlar ve elimden gelebilecek yardımlar, evden uzaklığın bunaltmışlığı ve yaz planları. Bunların içindeki koşuşturmacada fırsat buldukça dizi, film izliyorum, etamin işliyorum ve kitap okuyorum. Bunları bi sonuca bağlamak için yazmıştım ama sonucu burdan çıkartmamam gerektiğini fark ettim ve bu bahsi kapatıyorum. 
   Izdırabını kendiyle bütünleştirip, visale giden yolda çekilmesi mübah görülen çile olarak adlandıran ve tam olarak öyle yaşayan insanlara imrenirim. Sonra bir de ızdırabıyla boğuşan ve bir türlü kabullenemeyen insaların ondan kurtulma çabalarını görürüm. Kendimi ikisine de yakıştıramam. Zira yeri geldiğinde ızdırabımı baş tacı eder, yeri geldiğinde ayaklar altına alırım. Bakınız ortayı bulduğum bir durum. Ki ben genelde bir şeyin ortasını hiç bulamam. Izdırap beni bir miktar farklı etkiliyorsa demek.
   İnsanların anlamsız sürünmelerini düşünüyorum. Bana göre anlamsız fakat bir diğerine göre hayatının anlamı olan çabaları. Yahut başkalarına anlamsız gelen, benim ise anlam kattığım hisler ve düşünceler ve fiiliyat. Mesela aşk. Sizce insan sevdiğini o sevmeden sevmeli ve 'vuslat varsa aşk yoktur' düsturuna dayanarak ondan vazgeçmemeli midir? Yoksa insan kendini seveni sevmeli (sevmeyi denemeli) ve mutlu bir hayat sürmek yolunda adımlar mı atmalıdır? Bana kalırsa ızdırabın en tatlı hallerinden biri bu. İnsan birini sevmeye çalışmamalı, kendini bir şeye zorlamamalı gibi geliyor nedense. Çünkü kalp neyi seçeceğini hep kendi belirliyor ve söz düşmüyor kimseye. Elbet uç noktalarda mantıklı kararlar verilmesi taraftarıyım lakin ortada halledilmesi güç problemler yoksa da kendi kendine acısını yaşamalı gibi geliyor. Bakınız şu an tam bir ızdırap canlısıyım. Bu konuda belki de çoğu zaman böyle. Lakin belki yarın başka bi olay için diyeceğim ki, aman 3 günlük dünya, yaşayıp göçeceğiz, güzel yaşayalım. Bakınız bir ben bile, tek başıma sadece bir karara varamıyorken tutup da birkaç insanın tamamen aynı düşünmesi dünyanın en mantıksız şeylerinden biri. Elbette ki bu başka bir yazının konusu. Belki de hiç yazılmayacak ve aslında daha önce defaetle yazılmış bir yazının. 
   Yazının ne başını, ne ortasını ne sonunu bir yere bağlayabildim. Yalnızca konunun ızdırap olduğunu biliyoruz günün sonunda. Şimdilik bu idare edebilir umarım, başka bir ızdırap mevzuunda görüşmek üzere diyorum. 
   Izdıraplardan uzak kalmadığınız, acınızı bağrınıza bastığınız lakin acı olmadan da yaşayabildiğiniz, belki tatlı acılar belki de en zor acılar hayatınızdaki, yine de bir şekilde hep hayata tutunabildiğiniz bir ömür diliyorum. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yüzyıl sonra yeniden

Ben ne yaşıyorum allasen

Yine yolda