Portakalla gülün hikayesi
Yüreği yüreğime merhem olan portakal kokusuna.
İçinde bi şeyler kırık olan birini en iyi bu kırıklığı yaşayan anlar, düşüncesine binaen kendini, en iyi anlayana teslim etmeli insan. En azından kahramanımız öyle yapıyor. Kahraman diyoruz ama süper kahraman değil elbet, kendi çapında kahraman sadece. Bunu yalnızca kendi çapında yaşamayı başarabilen insanlar bilir.
İçimde bir şeyler koptu, dedi. Öbürü tebessüm edebildi sadece, böyle buruk bir tebessüm, böyle "o kopan şey senin kalbindeki incecik dokuduğun hislerdi" bakışlı bir tebessüm, anlıyorum ve yaşıyorum acını, çünkü bende de koptu bir şeyler tebessümü, ben her zaman senin yanındayım, birlikte onaracağız, birlikte yeniden dokuyacağız tebessümü. Bir tebessüm daha nasıl anlatırdı her şeyi açık seçik bilmiyorum.
Omzunda ağladı, birikmiş her şeyi döküp rahatlamak istedi, acı paylaştıkça azalmıyor evet fakat hafifliyordu, o anlık bile olsa içine yeniden sevinç dolabileceğine inanıyordu. Yeniden başlamak değil belki, her şeyi en baştan inşa etmek hiç değil. Sadece kaldığı yerden devam etmeye ve düştüğü yerden kalkmaya dair bir umut yeşerdi içinde. Ne olsundu ki, hemen her gün birilerinin içinde kopmuyor muydu bir şeyler? Hatta belki dışında bile. Yalnız değildi ki hiç. Üstelik öyle şükürsüz hiç değildi. Sabrı iyi bilirdi ve bunu da yeneceğine emindi. Yine de umutsuzluk insanın fikrine bir girdi mi kaplıyor her yeri, dağılmıyor ha deyince. Bir işaret, bir el bekliyor belki.
En zor geleni kalbinden vurulmasıydı işte. En sevdiğinden, en çok değer verdiğinden yana bir hasar vermeleriydi. Başka hiçbir şey bu kadar yormazdı kendini, başka hiçbir acı bu denli sızlatmazdı içerini. Oysa o kalbiyle yaşayanlardandı zaten. Onu alınca geriye hiçbir şey kalmazdı ki hem. Bunun için mi en çok oraya çalışıyorlardı yoksa. En zayıf noktasından zarar verirlermiş ya insana. Zaaflarından hani. Kalbi onun en zayıf noktasıydı. Zayıf demeyelim, belki acizlik içerir, kırılır yine en sevdiği. Narin diyelim, bir kuş gibi şen şakrak ve bir o kadar hüznü içinde barındıran.
Neden, diye sordu. Hayatın, daha doğrusu insanların bazen bu kadar acımasız olduklarını söylemek istedi, "dünyanın bu kadar olduğunu, burda her şeyin yarım olduğunu" dillendirmek istedi ama ne faydası vardı ki şimdi. O da biliyordu zaten tüm bunları. Tekrara hacet yoktu. Sadece "geçecek" diyebiliyordu. "Zor olacak, çok acıyacak, çok ağlayacaksın, çok sızlayacak için, uzun da sürecek hatta ama geçecek." "Unutmayacaksın, yara belki de hiç kapanmayacak ama ilk günkü haliyle de kalmayacak." "Zaman değil ilacı ama beklemek gerek, belki biri, belki bir olay, belki bir başka his geçirecek." "Sen o süreçte hiç yalnız kalmayacaksın, ben hep burda olacağım, kalbinde, en sevdiğinde."
Bu kez o tebessüm etti, ilaç değildi bu sözler ama bir kıymetliden gelen armağanlardı. Yüreğini yüreğine merhem ettiğinden gelen bir mükâfat adeta.
Perde kapandı. Salon alkışlarla çınladı. Perde arkasında birbirlerine bakıp teşekkür ettiler. Yaşamak buydu. Yaşadılar elden geldikçe.
*Her yıl 6 Ağustos öyküsüdür.
İçinde bi şeyler kırık olan birini en iyi bu kırıklığı yaşayan anlar, düşüncesine binaen kendini, en iyi anlayana teslim etmeli insan. En azından kahramanımız öyle yapıyor. Kahraman diyoruz ama süper kahraman değil elbet, kendi çapında kahraman sadece. Bunu yalnızca kendi çapında yaşamayı başarabilen insanlar bilir.
İçimde bir şeyler koptu, dedi. Öbürü tebessüm edebildi sadece, böyle buruk bir tebessüm, böyle "o kopan şey senin kalbindeki incecik dokuduğun hislerdi" bakışlı bir tebessüm, anlıyorum ve yaşıyorum acını, çünkü bende de koptu bir şeyler tebessümü, ben her zaman senin yanındayım, birlikte onaracağız, birlikte yeniden dokuyacağız tebessümü. Bir tebessüm daha nasıl anlatırdı her şeyi açık seçik bilmiyorum.
Omzunda ağladı, birikmiş her şeyi döküp rahatlamak istedi, acı paylaştıkça azalmıyor evet fakat hafifliyordu, o anlık bile olsa içine yeniden sevinç dolabileceğine inanıyordu. Yeniden başlamak değil belki, her şeyi en baştan inşa etmek hiç değil. Sadece kaldığı yerden devam etmeye ve düştüğü yerden kalkmaya dair bir umut yeşerdi içinde. Ne olsundu ki, hemen her gün birilerinin içinde kopmuyor muydu bir şeyler? Hatta belki dışında bile. Yalnız değildi ki hiç. Üstelik öyle şükürsüz hiç değildi. Sabrı iyi bilirdi ve bunu da yeneceğine emindi. Yine de umutsuzluk insanın fikrine bir girdi mi kaplıyor her yeri, dağılmıyor ha deyince. Bir işaret, bir el bekliyor belki.
En zor geleni kalbinden vurulmasıydı işte. En sevdiğinden, en çok değer verdiğinden yana bir hasar vermeleriydi. Başka hiçbir şey bu kadar yormazdı kendini, başka hiçbir acı bu denli sızlatmazdı içerini. Oysa o kalbiyle yaşayanlardandı zaten. Onu alınca geriye hiçbir şey kalmazdı ki hem. Bunun için mi en çok oraya çalışıyorlardı yoksa. En zayıf noktasından zarar verirlermiş ya insana. Zaaflarından hani. Kalbi onun en zayıf noktasıydı. Zayıf demeyelim, belki acizlik içerir, kırılır yine en sevdiği. Narin diyelim, bir kuş gibi şen şakrak ve bir o kadar hüznü içinde barındıran.
Neden, diye sordu. Hayatın, daha doğrusu insanların bazen bu kadar acımasız olduklarını söylemek istedi, "dünyanın bu kadar olduğunu, burda her şeyin yarım olduğunu" dillendirmek istedi ama ne faydası vardı ki şimdi. O da biliyordu zaten tüm bunları. Tekrara hacet yoktu. Sadece "geçecek" diyebiliyordu. "Zor olacak, çok acıyacak, çok ağlayacaksın, çok sızlayacak için, uzun da sürecek hatta ama geçecek." "Unutmayacaksın, yara belki de hiç kapanmayacak ama ilk günkü haliyle de kalmayacak." "Zaman değil ilacı ama beklemek gerek, belki biri, belki bir olay, belki bir başka his geçirecek." "Sen o süreçte hiç yalnız kalmayacaksın, ben hep burda olacağım, kalbinde, en sevdiğinde."
Bu kez o tebessüm etti, ilaç değildi bu sözler ama bir kıymetliden gelen armağanlardı. Yüreğini yüreğine merhem ettiğinden gelen bir mükâfat adeta.
Perde kapandı. Salon alkışlarla çınladı. Perde arkasında birbirlerine bakıp teşekkür ettiler. Yaşamak buydu. Yaşadılar elden geldikçe.
*Her yıl 6 Ağustos öyküsüdür.
Yorumlar
Yorum Gönder