Kurs güncesi

   İnsan her gününü dilediği gibi yaşayamıyor. Her anını bile. Bazen daha güzeli oluyor bazense hiç istemeyeceği şekilde gelişiyor olaylar. Yine de hepsini yaşamaklık zaten bu hayatı olağandışı kılıyor sanırım. Misal hayatımın son 2 yıl öncesinde 6 yıl boyunca her yaz bir kursta hizmet için bulundum. Yani 2013-2018 yazları. -13 ve 18 seneleri dahil- Üstelik ilk 2 seneden sonra her sene; "yok ben artık gelmeyeceğim" dememe rağmen. O yazları gözden geçiriyorum şimdi, özlemle. Hepsi başka güzel hepsi başka verimliydi. Hem kendime hem başkalarına faydamın dokunuyor olması beni hep aşırı motive eden bir şeydi. Çok yoruluyorduk, yeri geliyor yapamadığımızı düşünüyorduk -daha çok ben- ama hep devam ediyorduk. Ben zaten bir şeyi gerçekten bırakabilmeyi çok iyi bilen birisi değilim. -Benim bırakmalarım genelde lafta kalır hep, başlamalarım da öyle gerçi. Sanırım ben genel olarak icraat adamı değilim, ne acı.- Ne kadar yorulsam da, ne kadar zararda olsam da vazgeçmek de başarabildiğim bir şey değil. Bazen buna da çok ihtiyaç duyuyorum, zira insan her şeyi hayatında tutmaya çalışmamalı. Bunlar kendimle alakalı serzenişlerimden bazıları, biz konuya dönelim. İlk kez geçen sene evde olacak olmanın duygularıyla yaza giriyordum, ki işkura yaptığım başvurunun kabulünü gördüm. Geçen yazım da o vesileyle kültür ve turizm bakanlığında vakit geçirerek ve yine de genelde evde geçti. Bu sene ise tamamen evde geçiyor, bu bir yandan da iyi çünkü birtakım koşuşturmalar mevcut ve bu yüzden epey işe yarıyorum. Hatta yapacağım dediğim kendimle alakalı birçok şey de aksıyor, olsun nasip böyleymiş ne diyelim. Tezimi yazın yazamamak da olası bir olaymış, tıpkı daha önce 'böyle yapmayı düşünüyorum' dediğim birçok şeyi yapamadığım gibi. Esasen şu an ben o verimli yazlardan biraz bahsetmek istiyorum. 
   İlk senemizi hayal meyal hatırlıyorum, en yoğun olduğumuz ve en kalabalık olduğumuz dönemlerden biriydi. İşin içine daha yeni giriyordum ve epey acemiydim, o seneden sonra ise her şey çok daha farklı oldu. Hem dostluklarımız ilerledi, hem kendimiz adına gerçek gelişmeler kaydettik. Yaşım onca küçük olmasına rağmen (15) 20 yaşında insanlar bile malesef bana abla diyordu, bu çok komik ama yaşımızı söylememiz de o ortamda otorite sıkıntısına yol açacağı için söyleyemiyorduk. Bir de böyle bazı kurallar vardır, herkes tarafından bilinir ama hiçbir yerde yazılı değildir, bu da öyle bir şeydi sanırım. Şimdi ben bile 22 yaşına geldim ve nasıl geldim hala aklım almıyor. O senelerde yazlar genelde Ramazana denk gelirdi ve oruç kursta tutulurdu. Sahura kadar uyumayıp oyunlar oynamak, iftardan sahura durmaksızın yemek yemek, öğrencilerle edilen muhabbetler, aynı anda birçok yerde olmaya çalışmalar, herkes tarafından aranan insan olmak, dondurma partileri, çiğköfte geceleri, sinema akşamları, namaz vakitleri, ders saatleri, ansızın uyandırılıp derse çağrılmalar, yaz şenlikleri, yarışmalar, hocalarla dışarı çıkmalar, 15 kişi bir otobüse binmek ve biz indiğimizde otobüsün ya da metronun boşalması, gezmeler, yağmurda ıslanmalar. O kadar güzel şey var ki hepsi çok kıymetli. Darbe gecesinde bile kursta olmak. Hafta sonu eve gitmek yerine yine beraber kalıp dışarı çıkmak ya da kursta vakit geçirmek. Eve gideceksek bile birlikte her hafta birimizin evine gitmek. Asla ayrılamamak ve daha bir sürü şey. Minik öğrencilerden sevimli mektuplar almak, birinin sizi çok sevmesi ve bunu gözlerinden anlamanız. Yemeklerde ayrı eğlenmek, gezmelerde ayrı eğlenmek ve dahi derslerde ayrı eğlenmek. Her an her yerde eğlenebilmenin ve bu esnada da  öğrenebilmenin olduğu bir ortam. Canım kantinim -kantinden sorumlu bakan bendim- kantime özenle mal yerleştirmelerim, kantin saatlerinde avazım çıktığı kadar "kantin açılıyooo" diye bağırmalarım, saymayı bilmeyen miniklere "bak şunlardan alabilirsin paran yetiyor" açıklamalarım, parası yetmeyen öğrenciye birinin muhakkak "tamam alsın ben öderim" demesi. Çay vakitlerinde yapılan tatlılar, tuzlular. Cuma günleri döktürülen gün menüleri. Hafızların ezber sesleri, öğrencilerin garip sualleri, bazı hocaların anlamsız emirleri, bazı hocaların canım sevgileri, aşçı ablaların anne şefkatleri, yine görevli ablaların çocuklarıyla geçirilen tatlı vakitler, teras keyifleri, temizlik saatleri, hobi vakti telaşeleri, muhtelif alışverişler ve daha neler neler. Aklıma gelmeyen onlarca yüzlerce güzel şey. Tüm bunları şu an sadece kendime mini bir hasret temaşası için yazıyorum. Okuyanın anlamayacağı ya da ona hitap etmeyecek bir yazı yazılmamalıdır belki, yine de ben yazıyorum işte. Çünkü öyle güzel öyle efsunlu zamanlardı ki onlar, insanın hayatında bir daha göremeyeceği, muhtemelen hayatı boyunca içinde özlemini çekeceği zamanlar. Yazıda o kadar çok tekrar kelime var ki, buradan anlaşılabilir içimin kelimelere dökülemeyeceği. Yine de denedim işte. Yazarken kafamda canlandı tüm anılar öyle yazdım. Buna rağmen insan hafızası bunun için yeterli değil. Umarım tüm bu güzel günleri ve gelecek güzelleri ukbada bir film gibi izleyebilirim. Yazabileceklerim bu kadar. Bunu bloga yüklemek istedim çünkü evet benim sevincim benim geçmişim fakat okuyanların da belki tebessüm etmelerine vesile olmuştur okurken. 
   Her gün, içinde özel bir minik an taşır, bazıları çok uzun sürer bazıları ise kısacık. Mühim olan o gün içinde o minik anı bulup buna şükretmektir. Hatta daha mühim olan bize hoş görünmese de ağır gelse de sıkıntılar içinde daima şükredebilmeyi öğrenmektir. 
   Şükrü dilimizden ve de gönlümüzden eksik etmediğimiz zamanlarımız olsun. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yüzyıl sonra yeniden

Ben ne yaşıyorum allasen

Yine yolda