Vazgeçilmiyor (!)
Lisedeyken mitinglere, yürüyüşlere giderdik, o dönemlerde Mısır'da darbe olmuştu, Mursi'yi baştan indirmişlerdi, Türkiye yine ayaktaydı, Filistin için her zaman bir direniş vardı zaten, Doğu Türkistan desen zaten öyle. Nerde bir zalim eline bayrağı alsa Türkiye hep sesini en yüksek şekilde duyurmaya çalışmıştır, zaten mevzumuz bu, davamız bu, inancımız bu, bu yoldan döndürmesin Allah, ayaklarımızı sağlam basmayı nasip etsin. Şimdi yine, yeniden, her zaman ki gibi saldırılar şiddetini artırınca hepimiz ayağa kalktık, gündem bununla ilgilenmeye başladı nihayet. Çok güzel, gündemimizin ümmet olması çok güzel. Fakat bir günle, üç günle olmuyor işte, bir tivitle, bir postla kurtaramıyoruz hiçbir yeri, hiçbir şeyi. Bunlar da önemli evet, ama mesela sürekli bu zulümlerden bahsetsek daha kalıcı çözümler olur mu acaba diye düşünüyorum. Hani şehit verdiğimizde de birkaç gün yas tutuyoruz, sonra o ateş nereye düştüyse yalnızca orda görünüyor ya dumanı, bu da öyle oluyor, biraz ilgileniyoruz sonra yine kendi meşgalemize dalıyoruz, o duman yine sadece ateşin düştüğü yerde tütüyor. Herkes normal hayatına devam etsin elbette, önümüze bakalım, ama mesela bakarken şunu düşünüyor muyuz merak ediyorum, "ne yapıyorsam, ne yapacaksam, ümmetin, milletin faydasına olmalı, yalnızca ve bencilce kendimi düşünmemeli, benim yerimde olamayan, bu imkanlara kavuşamayan nice insanı düşünmeliyim, gelecek nesilleri düşünmeli ve ona göre hareket etmeliyim." Şayet böyle düşünebiliyorsak çok güzel, fakat sırf kendi endişelerimizle bir şeylere tutunmaya çalışıyorsak -ki ben ne yazık ki çok zaman böyle yapıyorum- işte o zaman işler sarpa sarıyor. Yaptığımız direnişler gösterişe giriyor sanki, ne bileyim riyakarlık gibi geliyor. Belki bu kadar ağır değildir ben öyle düşünüyordumdur sadece, bilemiyorum. Her neyse. İnsanız, muhakkak zayıf yönlerimiz, üstesinden gelemediklerimiz var, başka türlü nerden anlayacağız insan olduğumuzu. Bunca şeyin arasında emin olduğumuz şeyler de olmalı ama, asla şaşmayacak olan, uğrunda feda edebileceklerimizin değişmeyeceği şeyler olmalı. Başka türlüsü güç.
Dedim lisedeyken diye, üstünden nerden baksak 6-7 yıl geçmiş. Öncesini düşünüyorum, ben daha da küçükken yine aynı şeyler yaşanıyormuş, "tarih tekerrürden ibarettir" dedikleri böyle bir şey mi acaba? Ne zaman artık gerçekten sevineceğiz, ne zaman bu zulüm sona erecek diye soruyorum bazen kendime. Karamsar olmak istemem ama içimden 'hiçbir zaman' demek geliyor. Çünkü bu dünya var oldukça iyilikle kötülük beraber gezecek bu sokaklarda kol kola. Zalimle mazlum vazgeçilmezi olacak bu yeryüzünün. Murat Göğebakan şarkısı gibi. Vazgeçilmiyor. Bunların hiçbirinden vazgeçilmiyor. Şair demiş ya "bilirim aydınlık için karanlık da gerekli" tam o hesap işte. Ne yapalım, herkes birinin tarafını tutmak zorunda madem -zorunda diyorum çünkü böyle durumlarda tarafsızlık bir nevi hangi tarafı tuttuğunun belli olması demek- bize mazlumun yanında olmak düşmüş elhamdülillah. Gerektiğinde mazlum olmak düşmüş. "Bin kere mazlum olsan da, bir kere zalim olma" demişlerdi Şubat dizisinde. İşte tam olarak öyle. Allah bizi bu yoldan geri döndürmesin, yönümüzü yurdumuzu şaşırtmasın.
Mazlumun yanında olmanın bazı bedelleri var. Tatlı bedeller, gerçekten bir işe yarıyormuşsun hissi veren bedeller. Bunlardan biri sürekli bas bas bağırılan boykot mevzusu sanırım. Ne olursa olsun, dimdik bir hayırla uzak durabilmek o zalimlerden ve onlara ait her şeyden. Günümüz şartlarında şöyle durumlar ortaya çıkabiliyor fakat. Ülkeler birbirlerinin arkasına saklandığı için, yani bir ürünü başkasının gibi gösterseler de kazanılan gelirin o ülkeye gitmesi gibi durumlar. Ne yazık ki memleketimizin de tam anlamıyla her sektörde eli öpülesi, üstüne hiçbir şey tanınmayası ürünleri yok. Bakınız bu da bazı eksikler ve yanlışlardan biri. Yine de elimizden geldiğince ne bileyim, belli başlı ürünleri olsun, aitliği kesin olan ürünler olsun bunlardan uzak durabilmek. Liseden beri böyle bir zihniyetle yetiştiğim için sanırım artık çok zorlanmıyorum, yine de uzun süre bunu yapmış olmaya rağmen tek başınalığın verdiği bir yorgunluk oluyor sanırım. Sen dikkat ediyorsun, beriki belki dikkat ediyor, öteki ara sıra dikkat ediyor, geri kalan kimse bunu önemsemiyor olunca sen de bir duraksıyosun, nereye kadar diyosun içten içe, bir benle olacak iş mi diyosun. Tabii ucunu bırakmamaya özen gösteriyosun ama bir yerden sonra o kadar da özen gösteremiyosun ne yazık ki. Bu da belki sadece benim için geçerlidir. Sahici adımlar atılmalı konularla alakalı. Köklü değişimler yapılmalı. Bir işin ucundan tutulmalı. Öbür ucunu da birleştirip ortaya adam akıllı bir spnuç çıkarmalı. Neyse, içimi bir yerlere dökesim vardı. Buraya nasipmiş. Köşe yazarı değilim ki nihayetinde gazetelere, dergilere yazı göndermiyorum. Bir burası var işte. Zaten ben dişe dokunur şeyler de yazamıyorum. Belli bir dayanağı bile yok yazdıklarımın. Tek dayanağı yüreğim, içimden ne gelirse onu yazıyorum. Bundan mütevellit olsa gerek ki çok kez konu bütünlüğünü kaybediyorum yazılarımda. Bu da benim üslubum olsun artık ne diyelim.
Kendi içimizde çelişmediğimiz, ayaklarımızı yere sağlam bastığımız, mazlumun kıyından ayrılmadığımız, hesabı verilebilir nefesler aldığımız günler ümidiyle. Yarın da bayram, bayramımız güzel, umutlu ve de mutlu geçsin inşallah. Hoşça kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder