Başarısızlıklar dönüşür
Nihayet bulmuştu gerçek lezzeti. Tam bir yıldır bunun için uğraşıyordu ve emekleri karşılıksız kalmamıştı. Mutfaktan çıkarak "sonunda oldu, işte bu aradığım tat" diye bağırarak babasının yanına geldi. Babasına da poğaçadan bir lokma verdi ve yüzündeki ifadenin değişimini bekledi. Babası lokmayı güzelce çiğneyip yuttuktan sonra gülerek kızına sarıldı. Gerçekten de bu tıpkı eşinin yaptığı poğaçalar kadar lezzetliydi. İşte bu tam olarak o bilinmeyen tarifti. Doğru tarifi birçok çabadan sonra bulmuştu kızı.
Nilüfer annesi gibi harika yemekler yapabilmek istiyordu çocukluğundan beri. Zaten doğduğundan beri deniz kıyısındaki küçük sevimli restoranlarında geçmişti ömrü. Okula başlayana kadar tüm hayatı bu restoranda geçiyordu. Okula başladıktan sonra da okuldan artakalan tüm zamanları burada geçmeye başladı. Bazen mutfakta annesine yardım ediyor bazen de servise bakıyordu. Babası Muhsin Bey matematikte toplama çıkarma işlemlerini öğrenmeden önce ona para üstü vermeyi öğretmişti. Nilüfer hem çabuk kavrayan hem de yaptıklarıyla ve söyledikleriyle insanı güldürürken düşündüren bir çocuktu. Aynı zamanda kalabalık bir yerde yetiştiği için sosyal becerileri oldukça gelişmişti. Bunun ona okulda da faydası oluyordu. Öğretmenleri ve arkadaşları Nilüfer'i çok seviyorlardı. Bazen annesiyle babası öğretmen ve öğrencileri yemeğe çağırıyordu. Öyle zamanlarda Nilüfer'in keyfi görülmeye değer oluyordu. Restoranın içinde bir oraya bir buraya koşturuyor, servise yardım ediyor, arkadaşlarına bir eksikleri olup olmadığını sorup duruyordu. Uğurlarken yüzünde kocaman bir tebessümle "yine gelin, her zaman bekleriz, ailenizle de buyrun gelin" diyerek hepsini tek tek geçiriyordu. Liseye geldiğinde de durumlar çok değişmedi. Nilüfer hep tatlı, misafirperver bir edayla sınıflarını bitirdi. Büyüdükçe mutfaktaki yeteneği daha da artıyor, artık servise daha az yardım ediyor çoğunlukla mutfakta annesiyle vakit geçiriyordu. Babası bazen "bizi iyice boşladın kereta" diyerek serzenişte bulunuyor, içten içe onun da annesi gibi bir aşçı olacağını hissedip seviniyordu. Annesi ise kızında kendi gençliğini görüyor, hatta ondan daha fazla enerjik olmasına şaşırıyor, hiç yorulmak bilmeyen bu kızın her şeyi bu kadar çabuk kavramasına seviniyordu.
18 yaşına geldiğinde Nilüfer için üniversiteye gitme vakti gelmişti. İlk kez ailesinden ayrı bir yerde kalmaya gidecekti. Neyse ki çok uzun süre ayrı kalması gerekmiyordu, aynı şehirde gastronomi bölümünü kazanmıştı, okul 2 saatlik bir mesafede olduğu için her gün git gel yapmamak adına merkezde bir yer bulmanın daha uygun olduğuna karar verdiler. Hafta sonları eve gelip gidebilecekti. Böylece hem ailesinden ve sevdiği bu ortamdan çok uzun süre uzak kalmayacak hem de bu işte profesyonel olma yolunda bazı adımlar atabilecekti. Üniversitede Nilüfer için gayet güzel geçiyordu. Hocaları onun derslerdeki başarısını takdir ediyor, arkadaşları Nilüfer'in restoran maceralarını dinlerken gülmekten kırılıp geçiyordu.
Mesela bir keresinde ilkokulda herkes restorandayken Nilüfer ailesine kek yapmak istemiş, çok kabarsın diye de içine 5 paket kabartma tozu koymuş. Keki tepsiye döküp fırına sürdükten 10 dakika sonra kek taşmaya başlamış, ne yapacağını bilemezken en azından fırını kapatayım daha fazla taşmasın diye fırını kapatmış. Biraz soğuyunca keki çıkarıp dökmüş ve fırını da temizlemiş. Akşam annesine durumu anlatınca annesiyle babası gözlerinden yaş gelene kadar gülmüşler. Tabii Nilüfer birazcık bozulmuş, sonuçta bunda gülünecek ne varmış. Annesi güzelce açıklamış: "o tepsi zaten yeterince küçük bir tepsi, onun için bir tane bile kabartma tozu koyman yeterli olurdu, malzemen ne kadarsa hepsini dengeli miktarda eklemelisin ki ortaya güzel bir şey çıksın, bir malzemeyi çok koymak yaptığın şeyi daha güzel hale getirmez, tam tersine daha kötü bir etki yaratabilir." Nilüfer başını sallamış ve mutfakta dengenin ne kadar önemli olduğunu o gün anlamış.
Sonra bir gün lisedeyken sakarlığının zirvede olduğu zamanlardan birinde -ergenlikte fizyolojik olarak bunlar gayet doğaldır- servis için elinde yemek tepsisiyle mutfaktan çıkmış, tam müşterilerin olduğu yere gelirken bastığı yere hiç dikkat etmemiş ve ayağı kaymış, yemekler hop her yere saçılmışlar, kendisi de düşerken ayak parmağını kırmış ve bir hafta dinlenmek zorunda kalmış. Meğer o gelmeden önce garsonlardan biri tam bastığı yere bir miktar yağ dökmüş, onu silmek için içerden paspas getirdiği sırada Nilüfer içeri girmiş, çocuk paspası getirdiğinde Nilüfer zaten yerdeymiş. Nilüfer'i yavaşça yerden kaldırmışlar, biraz oturduktan sonra ayağının acıdığını fark edince bir hastaneye götürmüşler. Müşterilerden özürler dilenmiş, neyse ki anlayışlı insanlarmış, üstleri de çok fazla batmadığı için yemeklerini yiyip kalkmışlar. Garsonlar da etrafa saçılan yemekleri temizlemiş. Ertesi gün tüm restoranda buna gülünmüş. Nilüfer kameradan nasıl düştüğünü izleyince o da gülmeye başlamış. O günden sonra uzun bir süre buna gülünmüş.
Arkadaşları Nilüfer'in anlatımını çok seviyorlarmış, yaptıklarını anlatırken sanki yeniden yaşıyormuş gibi oluyormuş çünkü. Üniversite döneminde de yine sevilen bir öğrenci olan Nilüfer hocalarını ve arkadaşlarını da restorana davet etmiş. Herkes bu küçük sevimli restoranı çok beğenmiş. Bundan sonra sık sık buraya gelmeye başlamışlar. Yıllar bu şekilde geçip giderken Nilüfer nihayet son sınıf olmuş. Artık diplomasını alıp ailesinin yanında huzurlu hayatına devam edebilirmiş. Fakat bunca yıl süren bu huzurlu hayat aldıkları bir haberle son bulmuş. Annesi kanser hastasıymış ve teşhis için çok geç kalınmış. Günden güne daha da çökmüş, artık günlük hayattaki işlerini bile çok zor yapar hale gelmiş. Nilüfer son dönemde okulu bırakıp annesinin yanına gelmiş. Restorana bir aşçı bulmuşlar. Babası ara sıra gidip kontrol ediyormuş. Onun dışında evde hep birlikte vakit geçiriyorlarmış. Annesinin yanından bir an olsun ayrılmayan Nilüfer her gün gözünün önünde biraz daha erimesine için için çok üzülüyormuş ama annesinin moralini yüksek tutabilmek için hep mutlu görünmeye çalışıyormuş. İnsan hayatta sevdikleri hep mutlu olsun istiyor, sevdikleri için yapamayacağı şey yok belki de insanın. Fakat işte ecelin vakti geldiğinde hiçbir şeyin önemi kalmıyor yaşadıklarımızdan başka. Annesi bir gün birkaç satır mektup yazıyor Nilüfer'e. "Canım kızım, daima benim yanımda olduğun için, beni hiç yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim. Ama lütfen okulunu bitir, sakın benden sonra yarım kalmasın hiçbir işin. Babana çok iyi bak, sizi önce Allah'a sonra birbirinize emanet ediyorum. Elbette restoranı da size emanet ediyorum. Çok güzel bir aşçı olacağından hiç şüphem yok. Restoranı ayakta tutan sevgidir, sevgiyle yapılan tariflerdir, senin bunu başaracağına dair inancım tam. Tüm tariflerim mutfaktaki beyaz dolabın en üst rafında, onlara sahip çık. Onlardan yola çıkarak kendi tariflerini geliştir. Sizi çok seviyorum."
Bu mektubu yazdıktan iki gün sonra vefat etti anne. Nilüfer artık tutunacak dalı kalmamış gibi hissediyordu kendini. Babasıyla birbirlerine teselli veriyorlardı ama ikisi de tükenmiş durumdaydı. Bir hafta sonra annesinin eşyalarını düzenlerken çekmecenin içinde bu mektubu buldu Nilüfer. Okurken ağladı, tekrar tekrar okudu mektubu. Sonra gözyaşlarını silip babasının yanına sahile gitti. Babası uzun zamandır restorana uğramıyordu. Gündüz vaktini uzunca bir süre sahilde oturarak geçiriyor geceleri de erkenden uyuyordu. Restoran eşiyle kaimdi çünkü onun için. Artık eşi yoktu, onun için de pek çok şeyin anlamı yok gibi geliyordu. Nilüfer babasının yanına gelip oturdu. Mektubu uzattı ona. Babası aldı mektubu, okudu. O da ağladı, tekrar okudu ve Nilüfer'e baktı. Sonra ayağa kalktı Nilüfer. Hadi baba, dedi. Annemin yazdıklarını gördün. Hayatını böyle sahilde boş boş oturarak geçiremezsin. Annem olsa "Muhsin Bey napıyorsun hadi daha yetişecek bir sürü yemek var" diye bağırırdı biliyorsun. Annem yok ama ben varım. Kalk artık.
Birlikte restorana girdiler. Önce mutfağa gittiler, aşçı gayet tedirgin görünüyordu. "Muhsin Bey yetiştiremiyorum yemekleri, zaten yaptıklarımın yarısını beğenmiyorlar, buranın eski tadı kalmadı diye gitmiş birkaç müşteri öyle dedi çocuklar" diyerek halini arz etti. Nilüfer, tamam ablacım biz bundan sonrasını halledeceğiz, sen istersen bırakabilirsin artık, dedi. Kadın dünden razıymış gibi önlüğü çıkartıp çıktı mutfaktan. Nilüfer beyaz dolabın en üst rafından tarif defterini aldı annesinin. Karıştırdı baktı, hemen birkaç yemeği yapmaya girişti. Babası da ona yardıma girdi. Ara sıra da olsa eşine mutfakta yardım ederdi. Özellikle hafta sonları dükkan kalabalık olunca yetişmezdi yemekler, o zaman hemen koşarak gelirdi Muhsin Bey. Önlüğünü geçirip "evet ustam şimdi napıyoruz" dedi babası Nilüfer'e dönüp. Nilüfer gülümsedi, karşımda seni böyle görmek bile yetiyor bana dedi. "Peki Muhsin Bey, o zaman siz şu sebzeleri doğrayın lütfen" dedi gülerek. İkisi bir elden menüyü çıkardılar o gün. Akşam eve gelince "ben yarın okula gideceğim, son dönemi nasıl bitirebileceğimi soracağım" dedi Nilüfer. Babası gülümsedi, işte benim kızım, tamam git öğren bakalım, dedi.
Okula gitti Nilüfer, bu dönem için kayıt yeniletti, yeniden başladı okula, zaten bu dönem haftada 2 gün dersi vardı ve evden gidip gelebilirdi. Öyle de oldu. Yıl sonu geldi ve nihayet diploma töreninde babasının gözlerine gülerek kep fırlattı Nilüfer. Birlikte eve döndüler. Eve gelince Nilüfer'in aklına annesinin özel günlerde yaptığı poğaça geldi. Babasına söyledi. Babası "sahi ne güzel olurdu o poğaçalar" dedi. "E yapsak ya madem" dedi Nilüfer. Restorana geçtiler. Tarif defterini karıştırdı, aradı taradı bulamadı tarifi. "Ama yazmamış ki annem onu" dedi. Muhsin Bey düşündü, çenesini sıvazladı. Doğru, dedi. "O tarifi yazmamış olabilir. Anneannenden kalma bir tarifti o, kimseye söylemezdi ikisi de" dedi. Nilüfer kokusunu ve tadını hatırladığı kadarıyla bir poğaça tarifi yaptı kendince. Ama hayır olmamıştı. Kafasına koydu Nilüfer, o tarifi bulacaktı. Her hafta denedi yeni bir tarif. Her seferinde farklı bir lezzet çıktı ortaya. Bazen de korkunç tatlar çıktı elbette. Güzel bir şey çıktığında yeni bir tarif olarak deftere yazıyordu Nilüfer. Olmadığında umudunu kaybediyordu. İşte tam bir yıl sonra sayamadığı kadar çok deneme ve kombinasyondan sonra aradığı o lezzeti bulmuştu Nilüfer. Başarısızlıkları bir başarıya dönüşmüştü. Annesinin ona olan inancını boşa çıkarmamıştı. Ve tam tarifi bulduğu o gün de annesinin vefatının yıl dönümüne denk gelmişti.
*Gecikmiş bir söz olarak buraya iliştiriyorum bu hikayeyi. Sayın Teferruat 'a da ithaf ediyorum.
sevgiyle yapılan tarifler sadece bir restoranı değil ilişkileri ve diğer her şeyi de ayakta tutar. misler gibi bir hikaye olmuş okurken burnuma poğaça kokusu geldi, biraz bekledim bu hikaye için ama değdi. bizlere sunduğun bu güzellik için teşekkürler 💘 ayrıca nilüfer'in bazı anılarımı çalması hoş değil......
YanıtlaSilSevgiyle yapılan her şey diyelim ve işlerimizi sevgiyle yapmaya gayret edelim öyleyse, ayrıca teşekkürlerimi iletirken hayatın içinden hikayeler sunabilmek için hayatın içinden örnekler vermem gerekir diye savunmamı da yapıyorum 💘
Sil