Kaybetme sancısı
Fikirlerinden ve hislerinden sıyrılıp yalnızca yaşamak isterken kendini her seferinde büyük çatışmanın arasında buluyor. Anlam veremediği onca şeyin kendi etrafında bunca dönüşünü aklı almıyor bir türlü. Elinden gelenin en iyisini yapmaya azmettiği zamanları düşünüyor ve bir de şimdiki zamanları. Şimdi her şey boş, her şey sadece sırtına yük gibi geliyor. Gereği olmadıkça bunca şeyi sırtlanmanın bir önemi olmadığını düşünüyor. Çünkü hisleri ve hayalleri gelişmemiş bu konuda henüz. Bilmiyor yalnızca güzellikler için katlanılabilir bu kadar karmaşaya. Yalnızca sabredenler güzele ulaşabilir, bunu bilmiyor. Sıkıntılarını her seferinde başka başka yerlerde giderebileceğini zannediyor. Aslolanın görmek olduğunun idrakına varamıyor. Görmek istemiyor, bilmek, duymak, okumak, anlamak istemiyor. Sadece bitsin istiyor ve sonra neden bu halde olduğunu sorguluyor. Kendiyle çelişiyor mu dediniz? Evet tam olarak kendiyle çelişiyor. Bir türlü barışamadığı kendiyle. Yo düşman bellemiyor kendini lakin kendinden kaçabileceğini sanıyor. Bazıları kendinden kaçabileceğini sanır. Oysa ne kadar koşarsan koş kaçamazsın kendinden. İşte bazıları bazen sadece bunu düşünüyor. Sanıyor ki başka kimsede yok yaşadıkları. Sanıyor ki bir kendisi çilekeş, bir kendisi derbeder. Sonra başkalarını suçluyor bunun için. Bazıları tabii. Bazıları yalnızca ve daima kendini suçluyor. Bu da onlardan.
Beyninin oyunlarından sıkılıp açıyor gözlerini ve bakıyor etrafına. Güneş henüz batmamış ama çok yakın batmaya. O güzel ışınlarını doldurmuş odanın içerisine. Havada hoş bir koku duyumsuyor. Annesinin yaptığı yemekler mi, ablasının az önce çıkardığı çamaşırlar mı yoksa kardeşinin her yeri kolonyaya bulaması mı ayırt edemiyor. Belki hiçbiri belki de hepsi. Evdeki sükunet hoşuna gidiyor. Bahçeye çıkmak için aşağı iniyor yavaşça. Herkes kendi halinde ev içinde. Bahçeye geliyor, çitlerin kenarında uzun uzun uzaklardaki denize bakıyor, derin bir nefes alıyor. Kuş seslerinin ne kadar sevimli olduğunu düşünüyor. Birkaç dakika öylece duruyor. Az önce düşündüğü şeylerin sebebini merak ediyor. Bunları neden bu kadar sık düşündüğünü bulmaya çalışıyor. Aklına farklı farklı olaylar geliyor bununla ilgili. Düşünerek dünyaya geldiği gibi bir fikir atıyor ortaya ve bunun kaderi olduğunu varsayıyor. Yalnız olmadığını, çok yakın arkadaşlarının da bu tarz şeylerle uğraştığını biliyor. Herkesin bunca düşündüğünü hiç sanmıyor oysa. Çevresindeki diğer insanları geçiriyor aklından. Mesela trafikte canı sıkıldığı için korna çalan adamı, ayağı takıldı diye ortalığı batıran garsonu azarlayan o kadını mesela, yolda giderken açtığı sigara paketinin çöpünü sokağa savuran o genç hani, anlayış denen nimetten nasibini almamış birtakım insanlar işte. Sakince ve mutlu mesut 'birlikte' yaşamanın kıymetini bilmeyen insanlar. Onların bu konuda herhangi bir şey düşünmediklerine neredeyse emin. Düşünmek de güzel diyor kendi kendine. Ya öyle bir insan olsaydım.
Güneş artık sadece küçük bir kısmını gösterirken turuncumsu bir ışık yayılıyor çevreye. Yanına köpeğinin geldiğini fark etmediğini görüyor. Köpek kuyruğunu sallayıp oyun oynamak istediğini anlatmaya çalışıyor. Onunla ilgileniyor biraz. Seviyor, top fırlatıyor. Yoruluyor sonra. İçeri geçiyor, ellerini yıkamak için banyoya gidiyor. Aynada yüzüne bakıyor. Gözlerinin altındaki morluklara. Ne zamandır uyumadığını hatırlamıyor. Musluğu açıp ellerini yıkıyor ve yüzüne su çarpıyor. Kurulanıp odasına gidiyor. Komodinin üstündeki fotoğrafa bakıyor. Babası ölmeden 1 ay önce çektirdikleri aile fotoğrafı. Askerdeyken babasının hasta olduğu haberini aldığı zamanı hatırlıyor. Günlerin saymakla bitmediği. Teskeresini alıp memlekete geldiğinde babasını iyice kötülemiş buluyor. Sonra zaten çok dayanmıyor. 3 yıl geçmiş üzerinden. Hayatında çok şeyin değiştiğini ama aslında birçok şeyin de aynı kaldığını biliyor. Bazı şeyler n'olursa olsun değişmiyor.
Annesi geliyor mutfaktan. Elinde fotoğrafla görünce gözünden bir damla yaş süzülüyor. Yanına oturuyor, kolunu omzuna atıyor ve "yemek hazır, hadi" diyor fısıltıyla. Annesine bakıyor, buruk bir tebessüm beliriyor dudaklarında. Neler neler anlatıyor o tebessüm. Annesinin yanında olmasının verdiği tatlı sevinç. İçinden dua ediyor hem babası için hem de annesinin ömrünün bereketi için, her ölüm erken ölümdür demişler. Belki de doğru lakin ölüm de yaşamın bir parçası bunu biliyor. Fotoğrafı koyup annesinin ardından mutfağa geçiyor. Karnı aç değil, yemek istemiyor belki ama ailesini yalnız bırakmak istemiyor. Elindekilerin kıymetini kaybetmeden bilenlerden olmak istiyor.
Beyninin oyunlarından sıkılıp açıyor gözlerini ve bakıyor etrafına. Güneş henüz batmamış ama çok yakın batmaya. O güzel ışınlarını doldurmuş odanın içerisine. Havada hoş bir koku duyumsuyor. Annesinin yaptığı yemekler mi, ablasının az önce çıkardığı çamaşırlar mı yoksa kardeşinin her yeri kolonyaya bulaması mı ayırt edemiyor. Belki hiçbiri belki de hepsi. Evdeki sükunet hoşuna gidiyor. Bahçeye çıkmak için aşağı iniyor yavaşça. Herkes kendi halinde ev içinde. Bahçeye geliyor, çitlerin kenarında uzun uzun uzaklardaki denize bakıyor, derin bir nefes alıyor. Kuş seslerinin ne kadar sevimli olduğunu düşünüyor. Birkaç dakika öylece duruyor. Az önce düşündüğü şeylerin sebebini merak ediyor. Bunları neden bu kadar sık düşündüğünü bulmaya çalışıyor. Aklına farklı farklı olaylar geliyor bununla ilgili. Düşünerek dünyaya geldiği gibi bir fikir atıyor ortaya ve bunun kaderi olduğunu varsayıyor. Yalnız olmadığını, çok yakın arkadaşlarının da bu tarz şeylerle uğraştığını biliyor. Herkesin bunca düşündüğünü hiç sanmıyor oysa. Çevresindeki diğer insanları geçiriyor aklından. Mesela trafikte canı sıkıldığı için korna çalan adamı, ayağı takıldı diye ortalığı batıran garsonu azarlayan o kadını mesela, yolda giderken açtığı sigara paketinin çöpünü sokağa savuran o genç hani, anlayış denen nimetten nasibini almamış birtakım insanlar işte. Sakince ve mutlu mesut 'birlikte' yaşamanın kıymetini bilmeyen insanlar. Onların bu konuda herhangi bir şey düşünmediklerine neredeyse emin. Düşünmek de güzel diyor kendi kendine. Ya öyle bir insan olsaydım.
Güneş artık sadece küçük bir kısmını gösterirken turuncumsu bir ışık yayılıyor çevreye. Yanına köpeğinin geldiğini fark etmediğini görüyor. Köpek kuyruğunu sallayıp oyun oynamak istediğini anlatmaya çalışıyor. Onunla ilgileniyor biraz. Seviyor, top fırlatıyor. Yoruluyor sonra. İçeri geçiyor, ellerini yıkamak için banyoya gidiyor. Aynada yüzüne bakıyor. Gözlerinin altındaki morluklara. Ne zamandır uyumadığını hatırlamıyor. Musluğu açıp ellerini yıkıyor ve yüzüne su çarpıyor. Kurulanıp odasına gidiyor. Komodinin üstündeki fotoğrafa bakıyor. Babası ölmeden 1 ay önce çektirdikleri aile fotoğrafı. Askerdeyken babasının hasta olduğu haberini aldığı zamanı hatırlıyor. Günlerin saymakla bitmediği. Teskeresini alıp memlekete geldiğinde babasını iyice kötülemiş buluyor. Sonra zaten çok dayanmıyor. 3 yıl geçmiş üzerinden. Hayatında çok şeyin değiştiğini ama aslında birçok şeyin de aynı kaldığını biliyor. Bazı şeyler n'olursa olsun değişmiyor.
Annesi geliyor mutfaktan. Elinde fotoğrafla görünce gözünden bir damla yaş süzülüyor. Yanına oturuyor, kolunu omzuna atıyor ve "yemek hazır, hadi" diyor fısıltıyla. Annesine bakıyor, buruk bir tebessüm beliriyor dudaklarında. Neler neler anlatıyor o tebessüm. Annesinin yanında olmasının verdiği tatlı sevinç. İçinden dua ediyor hem babası için hem de annesinin ömrünün bereketi için, her ölüm erken ölümdür demişler. Belki de doğru lakin ölüm de yaşamın bir parçası bunu biliyor. Fotoğrafı koyup annesinin ardından mutfağa geçiyor. Karnı aç değil, yemek istemiyor belki ama ailesini yalnız bırakmak istemiyor. Elindekilerin kıymetini kaybetmeden bilenlerden olmak istiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder