beklenen
Olayların gelişmesi nasıl oluyorsa ona göre
şekilleniyoruz. Duruma ayak uydurmak çoğu zaman zor fakat bir noktada buna
mecbur kaldığımız oluyor. Ben çoğunlukla bukalemun gibiyimdir, uyum sağlamak ve
alışmak benim için çok sorun oluşturmuyor. Yaklaşık yarım saattir önümde açık
Word belgesiyle düşünüyorum. Yine bloga yazı yazmaya başlayacağım ve yarım
kalacak diye bir miktar tedirginim çünkü bundan önceki 7-8 civarı denemem boşa
çıktı. Üstelik birkaç tanesinde bir sayfaya yakın yazmıştım. Fakat bir şekilde
devamı gelmedi ve onları yarım bırakmak durumunda kaldım. Bu kez bir hikaye
denemesi yapayım diye düşündüm ama olay örgüsü kuramadım ve sanırım
anlatacaklarım ya azalmış ya da onları belirli bir düzlemde bir araya getirip
düzenlemek yetisini kullanmadığım için zor geliyor hikaye oluşturmak. Her şeye
rağmen yazı yazmaya devam etmekten başka çarem yokmuş gibi hissediyorum, bunun
en temel sebebi kendimi en rahat böyle ifade edebildiğimi düşünmem. Buna ek
olarak içimdekileri bu şekilde dökmezsem birikerek bana zarar veriyor olmaları
da temel sebebe girebilir aslında. Yazmak ruhumu sağaltıyor diyebiliriz.
Yazabilmekse tamamiyle meziyet ve bunu yavaşça kaybediyor gibi hissediyorum.
Umarım toparlayabilirim kendimi ve yeniden eski yazma şevkime dönerek
fikirlerimi, hislerimi cümlelerle aktarabilirim. Başka türlüsü benim için güç.
Alışmak
adına biraz günlük işlerden bahsedelim, bu yazıyı da tamamlamaz ve
paylaşamazsam kendime olan inancım hepten tükenecek çünkü. O yüzden ne kadar
yazarsam yazayım, ne anlatırsam anlatayım bu yazıyı bu gece bloga yükleyeceğim
kaçarı yok, zira bu iş fazla uzadı. Öncelikle en güncel olay fahri Kur’an kursu
hocalığına başladım, bu yaz dönemi zaten oldukça kısa, 1.5 ay sürecekmiş ve bir
hafta geçti bile neredeyse. Çocuklar çok eğlenceliler, teneffüste koşarak
bakkala gidip cips, çikolata vesaire bir sürü abur cubur alıyorlar, çıkışta
caminin önündeki çöp ağzına kadar dolmuş oluyor. Onları öyle görünce aklıma
çocukluğumuz geliyor, biz de devamlı bakkalda alırdık soluğu her fırsatta. Şimdi
bakıyorum da onlar yerken bile canım abur cubur çekmiyor. Zaten uzun zamandır
da öyle bir abur cubur hevesim yok, lisede zirveyi gördük ve orda bıraktım
sanırım. Lisede kursta kalırken deli abur cubur yerdik. Ama yani her gün her
gece, dondurmalar, cipsler, çikolatalar, gazozlar, bisküviler. Ben bir de
kantinciydim, kantin açılmayan dönemlerde bile kaçamak yapardık Allah affetsin.
Şimdi o kadar abur cubur yesem ertesi gün ayağa kalkamam gibi. Liseden sonra
sadece kalabalık ortamlarda ve nadiren canım çektiğinde falan yiyorum cips
tarzı şeyleri. Çikolatayı abur cubur saymıyorum bu arada o istek değil ihtiyaç
çünkü. Gerçi onu bile eskisi kadar tüketmiyorum. Sanırım doymuşum, ki benim
için böyle bi şey normalde pek mümkün değildir. Neyse o başka bir mesele.
Sınıfta hemen her yaştan çocuk var. Bir iki
tane okul öncesi var tam olarak bebekler, bir gün yiyeceğim dayanamayıp.
Harfleri tam söyleyemiyorlar bir de, tatlılıklarına kalbimi bırakıyorum. Orta
okul grubu var sürekli muhabbet ettiğimiz. Bir de lise grubu var asla söz
dinlemeyen, derste telefonla oynayan, her şeyi boş vermiş bir tayfa. Bugün eğer
öğretmen olsaydım ilkokul ya da orta okulda görev yapmak isterdim diye
düşündüm. Çünkü lisenin sorumluluğu çok büyük gibi geliyor. Tam deli kan
dönemi, her şeyin uçta yaşanmaya meyilli olunduğu dönem. Bir sürü derdin bir araya geldiği ya da dünya
benim etrafımda dönüyor triplerine girilen bir dönem gibi. O fikirleri
değiştirebilmek, süreci en az hasarla atlatabilmeleri için mücadele vermek çok
zor. Her şeye rest çekebilen biri var karşında ve seni sevmesinden başka sözünü
dinletebilmenin yolu yok. Kendimi düşünüyorum mesela, okulda sevmediğim
hocalara, dersini çok sevsem bile sırf inat olsun diye asilik yapardım.
Sevdiğim hocalarınsa dersini yapamasam, sevmesem bile hocalara hep çok iyi
davranırdım. Mesela 9. Sınıfta matematiği polinomlardan sonra salmıştım,
yapamıyorum çünkü. Hoca ödev verirdi, tek tek kontrol ederdi, hocayı çok
severdim, matematiği sevmezdim, birkaç hafta ödevi yapmadım çünkü zaten
anlamıyorum, hoca artık sıra bana geldiğinde gülüp ‘sen zaten yapmamışsındır’
der geçerdi. Matematikten hep kaldım lise boyunca, ortalamayla geçerdim sınıfı.
9 da sınavda en azından uğraşırdım, 10 da kendisinden hiç hoşlanmadığım bir
hoca geldi derse. Sınavda adımı yazıp sınav başlar başlamaz çıkardım.
Artistliğe bak, bunu hocayı sevmediğim için yapıyorum, şimdiki aklım olsa yine
öyle yapardım gibi geliyor çünkü kadının bizim için bir gram iyi niyeti
olduğunu düşünmüyorum. Şey çok komik mesela, anadolu olduğumuz için 6 saat
ingilizce görüyorduk 9 da. Hocamız odtü matematik mezunu biriydi, hem çok iyi
matematik hem çok iyi ingilizce bilirdi. Aynı zamanda sınıf öğretmenimizdi. Ben
o sene tam 5 dersten kaldım. Karnemde sınıfta kaldı yazıyordu. Derslerden biri
ingilizceydi. Hocayı çok severdim, karneleri verdiği gün üzüntüyle ortalama
yükseltme sınavlarına gireceğimizi, derslerden geçebilirsek ortalamamızın
yükseleceğini ve sınıfı geçebileceğimizi söylemişti. Yani düşünün hocanın
dersinden geçememişim, e biraz da tembelim belli artık bu, bir arkadaşım da
benimle aynı durumdaydı, yine de bu onun bizim için endişelenmesine engel
değil. Sonra noldu derseniz, sınıfı bi şekilde geçtim. O hocamız da Medine’ye
gitmişti, bir Türk okuluna, sonra iletişimde kaldık bir süre daha, şimdi görüşemiyoruz
ama bana öyle geliyor ki yeniden görüşebilsek aynı güzel düşünceler devam eder.
Sonraki senelerde de hep sınıfta kaldım ve hep ortalama yükseltme vesaireyle
geçtim arkadaşlar. Lisede böyle bir öğrenciydim, daima okulu bırakma isteğiyle
okudum ve konu ne ara 3. üniversiteye ve yüksek lisansa geldi bilmiyorum. Neyse
bu okul maceralarımdan daha önce bir yazıda bahsetmiştim yeniden anlatmaya
gerek yok ilgilisi o yazıya gidebilir. Sonuç itibariyle lise dönemi zor bir
dönem, öğretmenlere de ok görev düşüyor. İlkokulda çoğunlukla eğitim-öğretim
kaygısı yeterli oluyor, ortaokulda biraz daha psikolojik ve kişisel problemler
devreye giriyor ama lise bence eğitimden ziyade kişilik problemlerinin ön plana
çıktığı bir dönem. Yani benim öğretmenlik anlayışıma göre ‘ben dersimi anlatır
maaşımı alırım’ kafası lisede bir çocuk için yeterli değil. Çünkü hayat kaygısı
başlıyor ve o dönem yol gösterici birilerinin olması, rol model olabilmesi
birilerinin çok kıymetli. Ben daha iyi bir yol haritası çizebilmek isterdim
mesela. Şimdiki hayatımdan memnun değilim demek değil bu elbette. Bunları böyle
öğrenmem ve bu hale böyle evrilmem gerekiyormuş, itirazım yok. Yine de belki
olaylar daha farklı olabilirdi. İşte bu yüzden kıymetli, hepimiz yaşamamız
gerekenleri yaşıyoruz muhakkak, bununla beraber bunu etkileyen pek çok değişen
var. Bunlardan biri de yolumuza çıkan insanlar, hayatımızı öyle ya da böyle
etkileyenler, hayatımızın kenarından kıyısından geçenler bir de tam ortasında
öylece duranlar ve en önemlisi bizimle beraber o yolu yürüyenler. Hepsinin ayrı
ayrı önemleri var hikayemizde. O hikayede nasıl rol almak istiyoruz ve bizim
hikayemizde kim nasıl yer alacak bunlara karar vermek bizim elimizde.
Genellikle bizim elimizde yani, bazen spontane gelişen ve bizim öylece izlediğimiz
geçişler de oluyor. Burayı daha da karmaşıklaştırmadan toparlayacak olursam,
önderlik etmek, yol göstermek, iz bırakmak, bunlar güzel ama epeyce zor işler.
Fahrilik
dışında bu sıra dil sınavları için ders çalışmaya çalışıyorum. Ne umduğumu, neler
yapmak istediğimi, nereye varacağımı ben de bilmiyorum. Sadece boş durmamak
adına bir şeyler yapmak istiyorum ve elimden gelen neyse onu bulup çabalamaya
çalışıyorum, tek yaptığım bu. Buraya tez yazım sürecim de dahil. Bir dönemim
çoktan gitti, yazı dolu geçiririm diye umuyorum ama yaz da yavaş yavaş terk
ediyor bizi. Uzatmam diye umuyorum inşallah başarabilirim. Biraz ortalık
birbirine girdi gibi, çalışmada kendimi zorlamak adına epey uğraştırıcı şeyler
seçmişim. Benim bu iflah olmaz inadım ve onun tam karşı köşesinde doyulmaz
üşengeçliğim. Ringde bu ikisi dövüşürse sizce kim alır? Ben tahmin bile
yürütemiyorum çünkü çok güçlü iki rakip var karşımızda. Hakkımızda hayırlısı
olsun diyelim madem. En azından kavramsal çerçeveyi şu 1 aylık süreçte
oluşturabilirsem çok memnun olacağım kendimden. Teşekkürler kendim. Kitabımın
çıktığını burada yazmış mıydım hatırlamıyorum ama çeviri kitabım yayınlandı.
Çocukken hep yazar olacağımı düşünürdüm, bunun yolunda birtakım çabalarım da
oldu, oluyor ama ilk kitabımın bir çeviri olacağı ve böceklerden, bitki
zararlılarından falan bahsedecek bir kitap olacağı aklımın ucundan dahi
geçmezdi. İşte hayatta her şey insan için diyoruz ya, tam öyle. Daha önce
bahsetmiştim Osmanlıca çeviriler yapıyorum, şimdi önceden çevrilen kitapları
tashih ediyoruz basım için, onu da diğer her şey için epey aksattım, biraz da
ona dönmek istiyorum çünkü çok severek yaptığım bir iş. Ayrıca son zamanlarda
olan olayları şöyle bir özet geçelim buyrun.
Bayramda
annem memleketteydi ve kurbanda her şeyle uğraşmak zorunda kalmak bayramın
üzerimden geçişine sebep oldu açıkçası. Anacığıma burada bir teessüf borçluyum.
Bir daha böyle bir şeyin yaşanmaması adına tüm önlemleri almayı planlıyorum.
Bayramda bir de bir kuzenimin nişanı vardı, evet sıra iyice bana geliyor, hatta
sıra zaten bendeydi kuzenimin benden 6 ay küçük olduğunu düşünürsek, buna
rağmen size o müjdeli haberi bugün de vermiyorum arkadaşlar, hala evlenmiyorum.
Umudunuzu kaybetmeyin yine de, belki ben de bir gün evliliğe okey derim. Bu
arada bayramda bir ilk oldu ve bebek altı değiştirdim. Çünkü annesi etle
uğraşıyordu ve büyük yeğenim benim yaramaz kurbağam her yerini -evet bezi
dahil- sırılsıklam ettiği için üstünü komple benim değiştirmem gerekti. Üst
değiştirdim tabii ama bezini hiç değiştirmemiştim. 2 yaşına yaklaşıyor bu
zamana kadar iyi dayanmışım. Bir kez daha işte hayatta her şey insan için diyoruz.
Ayrıca canım yeğenlerim büyüyor. Bir de benim canım kuzenim, teyzemin kızının
da bebeği oldu, yine teyze oldum. Isparta’da olsaydım teyze balımı görürdüm ama
maalesef. İlkokula başlamadan görebilirim umarım kendisini. Bu Isparta meselesi
de birazcık karıştı yine. Ben artık bir yaz da önümüzdeki kış döneminde ne
olacağı belirli olarak yaşamak istiyorum. Benim tüm yazlarım kış döneminde nerde
ne yapıyor olacağımı düşünerek geçiyor. Yazıklar olsun hiçbir değişiklik
olmamış. Her neyse durun onu da halledeceğiz muhakkak. Herhalde edilir yani bir
şekilde. Ben karar verme özürlü olduğum için garanti veremiyorum ama olsun her
şeyin bir çözümü vardır. Yoksa da napalım demek öyle de yaşanıyor.
Tüm bunlar
dışında yaptığım önemli bir iş yok sanırım. Daha anlatacaklarım vardı ama konu
o kadar bütünlük sağlamadı, o kadar saçma sapan yerlerden dağınık bir
birliktelik kurdum ki şu an ne anlattım, neden anlattım bilmiyorum. Bunları
anlatasım varmış diyelim her şeyin bir sebebi yoktur. Şunu anlatıp bitireceğim.
Bugün çocuklardan biri dedi ki, hocam rüya tabiri yapıyor musunuz, dedim ki
hayır, neden, ben çok saçma rüyalar görüyorum da dedi, üstün açık kalmıştır
takma kafana dedim. Daha iyi bir çözüm önerisi duymadım hayatımda. Bu soru
aklımda hemen bir ışık yaktı. Rüya tabiri dolandırıcılığına başlayayım bari.
-şaka- komikti bence.
Ben yine
gecenin ilerleyen saatlerinde olduğumuz için -01.54- rapin derin batağına
daldım gidiyorum. Şayet melankolik değilsem, arabeske bağlamadıysam, aşırı
enerjik değilsem bu vakitlerde içimdeki rap damarı kabarıyor. O yüzden size bir
şarkı bırakacağım.
Ne
saçmaladığımızın az çok farkında olduğumuz, yaşarken değiştiğimiz gerçeğini
kabullendiğimiz ve bunu iyi yöne doğru çevirmeye çabaladığımız, denemekten
vazgeçmediğimiz, hayatına dokunduğumuz insanların ne hissettiğine önem
verdiğimiz, hayatımıza aldığımız insanların yerlerini belirlerken mantıklı
kararlar verdiğimiz günler diliyorum. Hoşça kalın.
Allame- Hayalin Yeri Yok
Yorumlar
Yorum Gönder