Yollar yolumdur benim

     Yol serisine epeydir devam etmiyordum artık bu blog bi yol yazısı görsün bence hak etti. Son birkaç aydır sanki başka bir hayat yaşıyor gibi hissediyorum. Benden bağımsız olaylara eşlik ediyormuşum gibi. Üstelik bazen benliğimi de geride bırakarak, sadece ânı olduğu gibi yaşamak suretiyle yapıyorum bunu. Çok ilginç aslında. Bana 3-4 sene önce bugün bu yaptıklarımı yapacağımı söyleseler en fazla gülerdim. Sanırım büyümek biraz da böyle bir şey. Hayat daha anlaşılabilir, olaylar daha çözülebilir, insanlar daha 'yauv olabilir' şeklinde yorumlanıyor zihin dünyamda. Kendim hakkında farkındalıklar edindim çok fazla. Başkalarının yorumlarıyla harmanladım bunları. Ama aslında hiçbiri tam olarak beni tarif etmiyor bunu öğrendim. Mesela ben huysuz ve sinirli bir insanım. Ama koşullara göre bunu törpüleme eşiğim de çok yüksek. İstediğimde sinirlenmeyedebiliyorum -lüzumsuz saçma uzun bi kelime oldu- yani. Sadece duygularımı içimde tutmak bana yorucu geliyor, dışavurumculuğu benimsemişim diyelim. Ve maalesef duygularımı çok uçlarda yaşıyorum, işte bunu törpüleme eşiğim çok düşük. Sonra mesela ben tembelim bunu da kabullendim. Aslında bu düzeltilebilecek bir özellik mesela ve sanırım sürekli söylemesem daha güzel olur ama bazı kabullenmeler hayattaki kararları kolaylaştırır diyebiliriz. Bunu kabullenmek nasıl bir kolaylık sağlayabilir diyecek olursanız şayet şöyle bir cevabım var kendimce: Tembelsem ve üşeniyorsam altından kalkamayacağım yüklerle uğraşmamalıyım, ayrıca bir şeyi yapmak isteyip yine canım istemediğinden yapmadığımda kendime kızmamalıyım. Yapılacak işleri de zaten mecburen yapıyorum çünkü ben aynı zamanda sorumluluk sahibi bir bireyim. Sadece son dakikada her şey daha harika yetiştiği için genellikle işlerimi son dakikaya bırakıyorum. E zaten bir iş belirli bi sürede yapılabiliyorsa bir sürü zaman harcamaya gerek yok demek ki. Elbette bunlar benim şu halimdeki düşüncelerim. Bunlar da ben yaşadıkça değişecek ve dönüşecek, şimdilik bu şekildeler en azından. Şu gereksiz bilgiyi de eklemeden geçmemekte fayda var ama bence, 2017 yılında yazmışım ki "Tabii ki sorumluluklarımın bilincindeyim, sadece ifa etmeye üşeniyorum." Yani aslında ben oldum olası böyleydim denebilir. Bir noktada bu da başkalaşacaktır heralde. 

     2023'te ortalama 1 aya tekabül eden bir süre boyunca müzik dinlemişim. Fantazilerimden biri hayatımın fonunda daima olaya ve mekana göre bir müzik çalması. Bunu kendi imkanlarımla gerçekleştirmeye çalışırken ortaya böyle bi sonuç çıkmış. Oldum olası müzik benim için harika bir olaydır. Ama yanlış anlaşılma olmasın gurmesi değilim kesinlikle. Hoşuma gittiği sürece her şeyi dinlerim. Zaten müzik yelpazem çok geniştir. O konuda da uçlarda yaşamaya bayılıyorum. Ee o kadar da aşkınlığımız olmasın mı canım. Modumuza göre, duygularımıza göre, yaptığımız işe göre daha birçok kategoride müzik seçkilerimiz mevcuttur. Çoğunlukla rastgele playlistler tercih ediyorum gerçi. Şarkıyı sadece şarkıya odaklanarak dinlemek, arka planda renk olsun diye dinlemek, duygu durumuna eşlik etsin diye dinlemek gibi pek çok dinleme seçeneği var bir de. Bu da araya sıkıştırdığım bir müzik ilgim olsun. Niye anlattığımı bilmediğim şeylerden biri. Bazen de anlattığın şeyi neden anlattığını sorgularsın, olur böyle şeyler.

     Biraz yeniden üniversiteye başlamakla ilgili fikirlerim ve hislerimden bahsedeyim. Yani ilk senem değil ama geçen sene ilk dönem çok dersim yoktu ikinci dönem de uzaktan olunca bu sene ilk senemmiş gibi geliyor. Öncelikle ilahiyat ve radyo televizyon çok başka noktalarda iki fakülte kesinlikle. İkisini de aynı üniversitede okuyorum bu iyi bi şey mi değil mi emin olamadım ama şartlar böyle gerektirdi çünkü halihazırda bi de yüksek lisans var malum. Müzmin öğrenci olacağım diye ara sıra tedirgin olmuyor da değilim açıkçası. Bir noktada işini yaparken aynı zamanda öğrencilik yapan birine evrilmek isterim çünkü. Bu şekilde hayat kaygısı biraz daha fazla oluyor maalesef. -bi küçük mola verdik, sevdiğim bir tesiste durdu çok şükür otobüs, sevmemin tek sebebi benzinlikten kahve alabilmek bu arada, şu tatsız bilgiyi araya sıkıştırayım tuvalet 5 liraymış, neden kahve alırken benzinlikte girmedim bilmiyorum, kahveye 35 lira verip tuvalete 5 lira vermek etik gelmedi ama neyse, ara cümle diye yazdığım cümle tek başına özerkliğini ilan edip paragraf olmadan kapatıyorum- Her neyse öncelikle radyo televizyon öyle amaan onla bunla birlikte okurum diyebileceğim bir bölüm değilmiş biraz vakit alıyor ödevdi, çekimdi derken. Biraz da ben kendimi yeniden üniversite öğrencisi ilan ettim ve sanırım boş vaktim çokmuş gibi laylaylom takıldım ortalıkta. O yüzden de yüksek lisansı epeyce savsakladım maalesef. Tabii benden bağımsız sayılabilecek olaylar da buna eklenince bu iş biraz süründü. Bir de arkadaşlar insan hem tembel hem mükemmeliyetçi olmamalı kesinlikle. Bu iki özellik ayrı ayrı zaten başlı başına çok yorucu şeyler. İkisinin de törpülenmesi ve yok edilmesi gerekiyor. Ben ikisini de yok edemiyorum ama çalışmalarım sürüyor takipte kalın. Geçen gün sınav çıkışı bir hocanın yanına gittim, sınavı olan dersin hocasıydı kendisi aynı zamanda. "Nasıldı sınav 100 alıyosun değil mi?" diyor, dedim ki "yo" "neden sen ilahiyat disiplininden geliyorsun çok iyi notlar alman lazım". Ben ilahiyatta zaten derslerin yarısını şartlı geçtim diye bir tembellik açıklaması yaptım. Ki burda geçmiş yazıları okuyanlar bilir ki ben ilahiyattan çok haz etmem ve bölümü de bayılarak okumadım, bazı tatsız okul bırakmalar bile yaşandı. Ömrümüz çürüdü be. Neyse tamam konu bu değil. Dışardan sanırım çalışkan ve zeki bir birey gibi duruyorum. İkisi de çok açıdan tartışılabilir kavramlar benim açımdan. Onu başka bir yazıda tartışırız şimdi araya salça etmeye gerek yok.

     Bu dönem okulun nasıl geçtiğine değineyim istiyorum biraz. Bir kere sürekli grup ödevi verildiği için mecburen sosyalleştim arkadaşlar. Grup ödevleri aşırı tatsız bence gerek yoktu ama bir noktada da mecburen mantıklı geliyor. Ama bu yaştan sonra da kendinden küçüklerle bir şeyler yapmak zor diye düşünüyordum. Sadece ödev yapar ve mecburi iletişimde diyalog kurarız diye yola çıkmıştım ki gayet tatlış insanlara denk geldim ve yeni arkadaşlarım oldu. Her seferinde diyorum ki bu kadar arkadaş bana yeter daha nolur insan tanımayayım ama noluyorsa oluyor birden hayatıma birileri giriyor. Hayat böyle bir şey işte sürprizlerle dolu. O yüzden mesela artık tamam bu kadar yeter dememeyi de öğrendim. Çünkü hayat bitene dek asla tamam olmuyor hiçbir şey. Hayır bi de ben normalde hiç insan sevmeyen asosyal biriyim ama ortama girince birden fazla sosyalleşiyorum. İstemsiz oluyor bu, tercihim hiç insan görmemek mesela ama insan görünce, hele sevdiğim bir ortam olunca kendimi tutamıyorum birden sosyallik kraliçesi oluyorum çok ilginç, bu özelliğimi henüz çözemedim. Maalesef çok fazla dersim vardı bu dönem. Yani ilahiyata göre çok değil, ilahiyata göre gayet normal bir sayı. 14 dersim vardı. Biz ilahiyatta minimum 12 ders alıyorduk zaten, e alttan her türlü dersimiz oluyordu zaten o yüzden 14-15 fix dersimiz olurdu. Bu konuda rekor, bir dönemi komple alttan almış olan kardeşim teferruatın 20 ders almasıydı. Neyse 14 ders olunca mecburen bir kısmına ikinci öğretimlerle giriyordum, memur gibi 9-5 okulda olduğum zamanlar oldu. Biraz tatsız zamanlardı. Hatta şöyle bir tatsızlık bile oldu, okulun radyosuna iş başvurusunda bulunmuştum, mülakatta her şey çok güzeldi, ta ki o can alıcı soruya dek. "Her gün düzenli gelebileceğin saat aralığı verebilir misin." Veremedim çünkü derslerim çok fazla ve düzensizdi. Bundan dolayı canlı yayın ihtimalim çöpe gitti. Bant yayın yapma fikri vardı ama onu da biraz savsakladım ve öyle kaldı. Çok hevesliydim aslında program konusu bile belliydi, çok uzun da olmayacaktı. Hem deneyim olacaktı hem de güzel bir hayal gerçekleşecekti. Belki ikinci dönem hala yapabilirsin derlerse şansımı denerim ama çok iyi bir zaman planlaması yapmam gerekiyor. Dersler de ilk başlarda normaldi, gidip geliyordum, eğleniyordum ve öğreniyordum. Vizelerde günde 3 sınava girdiğim halde ayakta kaldım, atlattım. Final dönemine geçince bir ders için bir yarışma programı çektik, sunuculuk yaptım, adeta bunun için doğmuşum arkadaşlar harika bir sunucuydum. -şaka.- Bir dersimiz için de belgesel çektik, konuyu bir arkadaşım bulmuştu, kuş uçuran insanlar var ya güvercin falan. Onları çekelim dedi, hocayla görüştük olabilir dedi. Sonra ben tanıdıklarla görüşüp kuşbaz birileri var mı bulmaya çalıştım. İsviçre çakısı gibi olan bir kuzenim hemen olaya el attı. Bu kuşbazlık zorlasan meslek olarak yapılacak işmiş bunu öğrendim bu süreçte. Bir numarayla iletişime geçtim, derneklerle ilgilenen biriymiş, şansıma abi bizim üniversitenin güvenlik şefi çıkmasın mı, konuştuk anlattım vesaire, bana diğer derneklerin ve kendi derneğinin başkanlarının numaralarını verdi. Süs tavuklarının, güvercinlerin, kanaryaların hepsinin derneği varmış. Ayrıca bu dernekler mezatlar düzenliyorlarmış. Mezat işini daha öncesinde bir hocamız söylemişti. Sonra iletişime geçtim bu insanlarla. Süs tavukları dernek başkanıyla bir röportaj yaptık kendi bahçesinde, onun kuşlarını, tavuklarını çektik. Daha sonra güvercin mezatına gidip orada çekim ve röportaj yaptık. Ödev tesliminden sonra gerçekleşecek olan bir kümes hayvanları festivali vardı, röportaj yaptığımız abi oraya da gelip çekim yapmamızı tavsiye etti, hocayla görüştük oraya gidip görüntü alıp belgeseli uzun metraj düzenleyerek festivallere gönderebileceğimizi söyledi. Ben daha önce tavukçuluk isminde bir kitap tercüme etmiştim Osmanlıcadan. Çeviri yaptığımız hocaya bir daha kuş tavuk falan görmek istemediğimi söylemiştim. Eğlenceli bir çeviriydi ama çok fazla kanatlı vardı ve ne alaka demiştim. Belgesel işini anlatınca hoca bana güldü, bir daha kanatlı görmek istemiyorum demiştin diye. Ben de bu olay bu hale gelince bir gülmedim değil. Ama işte ne dedik insan nerde ne zaman ne yaşayacağını bilemiyor, hayat böyle güzel. Olduğu gibi. Konuyu dağıtmayalım. Festivale gidip ordan da görüntüler ve röportajlar aldık. Açıkçası çok zihnimdeki gibi olmadı çekimler, röportajlar ve festival ama kurguda güzel bir şey çıkmasını umuyorum ortaya. Ara tatilde hayırlısıyla bir bilgisayar alabilirsem inşallah kurgu öğrenme çalışmalarına geçmek istiyorum. Bunlar işin en eğlenceli kısımları. Çok fazla şeye heves ediyorum ve bölünemeyeceğim için ya hepsini öteliyorum ya da vazgeçiyorum. Kendimi parçalayamadığıma göre isteklerimi ve sorumluluklarımı parçalayarak hareket etmeye karar verdim. Mesela ikinci dönem önceliğimi yüksek lisansa vereceğim çünkü bir dönem daha uzatmak istemiyorum. Ben elimden geleni yapayım da dönemim uzarsa onun ayıbıdır diyelim. Sonra kişisel hayatımla ilgili vermeyi ertelediğim kararlara şöyle bir bakıp düzenlemem gerekenleri düzenleyeceğim, çıkartmam gerekenleri çıkartacağım, eklemem gerekenleri ekleyeceğim. Bu tatil umarım hem dinlendiğim hem ailemle kaliteli vakit geçirdiğim hem de kendime çeki düzen verdiğim bir zaman dilimi olur. 

     Dönemle ilgili son paragrafı da yazıp bölümle alakalı kısmı bitiriyorum. Bir kere hoca ve öğrenci profili açısından da büyük farklar var elbette ilahiyat ve radyo televizyon arasında. Ben de bu süreçte hem aydınlanıyorum hem yok artık diyorum. Şu noktada kafam biraz şekillendi. İnsanoğlu olarak özgürlüklerden bahsederken birçoğumuz sadece kendi menfaatlerimiz doğrultusunda özgürlük istiyoruz. Herkes istiyor ki dilediğimizi yapalım mesela. Ama karşıdaki dilediğini yapmak istediğinde yo diyor, dur onu kast etmedim. Şüphemi net olarak giderdiğim bir nokta da tarihin kesinlikle ve kesinlikle tekerrürden ibaret olduğu. 100 yıl önce yaşanan bir olayın çok benzeri bulunduğumuz anda da yaşanıyor. Dünya yaşanacak hemen her şeyi tüketmiş gibi hissediyorum. -fiziki olarak değil o ayrı bir konu- Sadece her insan kısacık ömründe yaşanacakları tüketememiş oluyor. Her şeyi yaşadım diyen bir insan bile muhakkak daha önce yaşamadığı bir şeyin içine düşüveriyor. Böyle çünkü. Genel olarak bölüm karşılaştırmam şimdilik bu şekilde sanırım. Daha anlatacak pek çok şey var aslında ama şimdi toparlayamadım belki daha sonra yine anlatılır. Garanti değil ama ihtimal. Bölüm faslını şimdilik burda kapatalım.

     Ara verip dinlenerek yazıyorum bu yazıyı, normalde ara verdiğimde yazıya dönmek çok zor gelir ama kendimi buna alıştırmaya çalışıyorum. Bakalım umarım başarabilirim. Muavin bir kolonya fısfıslaması yaptı otobüse. Kolonya çok severim, ilk başta güzel gibi gelmişti ama zaman geçtikçe ağırlaşmaya başladı koku ve ağır koku kapalı alanda çok zor bir olaydır. Neyse bunu da atlatırız diye umuyorum. Evime gitmeyeli 5 ay falan oluyor sanırım. Zaten göçebe bir birey olduğum için artık iyice alıştım bu özleme ama bazen özlemek yoğunlaşıyor. İki bıdık yeğenimle sadece görüntülü konuşmak ve onlara sarılıp öpememek üzüyor. Anacımla karşılıklı bir kahve içememek, babamla şöyle suspus oturamamak biraz koyuyor. Neyse büyüdükçe bunlara alışmak gerekiyor belki. Sevdiklerimizle ne yazık ki sürekli birlikte olamıyoruz. Ve bazen uzak kalmak aradaki bağları güçlendiriyor gibi hissediyorum. Aile bağları ve dinamiği hakkında da bir şeyler yazmak istiyorum ama o fikirler henüz tam pişmedi sanırım. Başka bir yazıda onlardan bahsetmek daha iyi olabilir. Yazımı sonlandırmadan önce dünyada en iyi anlaştığım kişiler sırasında ilklerde yer alan bir sevdiğime, teferruata teşekkür etmek istiyorum. Nedensiz, niyesiz bir teşekkür. Bazen sevdiklerime yükselirim durduk yere. Kendisine genel olarak çok yükseğimdir zaten ama bu yazıyı sabırsızlıkla bekleyen tek kişi olduğunu bildiğim için eklemek istedim. Beni her an sıkılmadan dinleyebildiği için, yaptığım güzel işlerde daima destekçim ve kötü işlerde de kınayıcım olduğu için, yine de nolursa olsun her zaman yanımda oluşunu hissettirdiği için, sadece kendisi olduğu ve dışardan benden çok farklıymış gibi durup içerden benim bir benzerim olduğunu hissettiğim için teşekkür ederim. İyi ki varsın canım arkadaşım. 

     Ailemizin, arkadaşlarımızın, tüm sevdiklerimizin kıymetini her daim aklımızın ucundan ayırmadığımız, heveslerimizi yapılabilirlik kriterlerine göre ayırıp ona göre efor sarf ettiğimiz, hiçbir şey için çok da geç olmadığını kavradığımız, kendimize daima anlayışla yaklaştığımız, özlemeyi lehimize çevirebildiğimiz bir yakıt olarak kullandığımız, bizi motive eden ve daima yanımızda duracağını bildiğimiz insanları kaybetmediğimiz günlerimiz olsun. 2024 blogda bol yazı paylaşabildiğim bir yıl olsun. Neyi seviyorsak ona tutunalım, hayatta tutunacak pek fazla bir şey yok görünürde, görünmeyenlere ulaşalım. Yazıyı demin bir kamyon arkasında gördüğüm şu aşırı makul ve manidar sözle tamamlamak istiyorum. "Cesaret dağında korku rüzgarları esmez." Elveda.

Nil Karaibrahimgil - İyi ki



Yorumlar

  1. aylarca şahit olduğum şeyleri bir çırpıda derli toplu bir yazıda okumak hem seda sayan edasıyla NELER YAŞADIN YA BU NASIL BİR ŞEY YA ALLAH AŞKINA DÖKSENE BİR KENDİNİ DUYSUN İNSANLAR dedirtiyor hem de çocuğuyla gurur duyan anneler gibi hissettiriyor. çok güzel şeyler yaptın bir o kadarını daha yaparsın, umarım karşılıklı çabalamalarımızın arttığı güzel bir 2024 bizi bekliyordur diyelim ve ben de sana teşekkür ediyorum 😽🌟💛

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İçinin güzelliği hislerine vurmuş şeklinde yorumladım ve inşallah güzel bir yıl olur diliyorum 💘

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yüzyıl sonra yeniden

Ben ne yaşıyorum allasen

Yine yolda