Müthişli dünya düzeni belki 2
Bu vakitler, esasında hayatımın genelini kapsayan lakin günlük meşgalelerle unuttuğum birtakım şeylerde yoğunlaşıyor düşüncelerim. Bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi dünya düzeni ile alakalı bazı şeyler var kafamı kurcalayan.
Mesela en başta, kulun kula kulluğunu anlamlandıramıyorum. Herkese verilen hak ve özgürlükler aynı olmasına rağmen, din, dil, ırk veya başka başka şeylerle bunun sınırlandırılmaya çalışılmasını havsalam almıyor. Herhangi birinin yine herhangi birinden kendini üstün veya alçak görmesi, statü farkı dolayısıyla arada sanki eşitsizlik olması gerektiğini addetmesi nasıl bir olay kavrayamıyorum. En küçüğünden en büyüğüne hemen bütün kurum kuruluş ve topluluklarda bu böyle. Ha bir de işin en büyük yani komple dünya kısmı var. Hani şu dünyayı birkaç kişinin elinde tuttuğu ve çevirdiği, onların (tabir-i caizse) müsaadesi ile bir şeylerin gerçekleştiği olgusu var. Gizli örgütler, derin devletler, organize işler, istihbarat vesaire. Kimisine göre bu durum 'yok canım öyle şey mi olur' diye geçiştirilirken kimisine göre 'tabii ki öyle, başka ne olacaktı' rahatlığında karşılanıyor. Ortada ya cahil bir kesim, ya gereksiz entelektüel bir kesim oluyor. Akl-i selim olarak düşünülebilirse, böyle bir şey olsa dahi ne yapılabilir kafası oluyor. Nedendir bilmem, filmlerde, dizilerde, romanlarda bunlar hep yazılıp çizilip kurgulanıyor. Daha önce söylemiş olsam gerek, bir şeyin hepten sahte ya da yalan olabilme ihtimali oldukça düşük geliyor bana. Çünkü insanoğlu elinde ne varsa ordan yürümeye, bir şeyleri ordan üretmeye ve türetmeye meyyal. Olmayan bir şeyi neden bunca işlesinler? Büyük bir algı operasyonu olması fikri de makul. Fakat bu bir algı operasyonu ise bile yine de ortada beyni yıkanmaya çalışılan bir yaşantı oluyor. Her halükarda bir şeyler hep çelişiyor ve sonuca varılamıyor. Peki ben bunları neden yazıyorum, ne gerek var? Şayet olur da bir gün bu yazıyı benim gibi hisseden, bunlara anlam veremeyen ve bir şekilde işin içinden çıkmaya çabalarken heder olup giden birisi okur diye. Ya da belki sadece içimi dökmeye. Sonuçta ne dedik, bir iç döküntüsü bu, bir kıvranış, bir mücadele. Başka türlü nasıl tekrar kanatıp tekrar kabuk bağlatacağız yaralarımıza?
Bir şeyler oluyor arkadaşlar. İyi veya kötü bir şeyler hep oluyor. Belki de kafamı kaldırıp bakmam gerekirse -ki muhakkak gerekir- bunların neden ve nasıl olduğuna değil de, ben bunların neresindeyim, ona bakmalıyımdır. Sanırım bu taraf belirleme kısmı burda oldukça önemli. İyinin ya da kötünün belirlenmiş bir sınırı varsa bunu seçmek gerekiyor. Ama işin garibi artık kimse yiğitçe 'iyi ya da kötü' olamıyor. Bunun için de birilerinin gerçekten bu iyi ve kötüyü hakikatle sunması gerekiyor. Sonra diyorum ki işte, neden ben olmayayım ya da sen, ya da bir başkası. Senin ya da bir başkasının üstünde hükmüm olmadığına göre elimde bir ben kalıyorum. Kalakalıyorum.
Kendimize ve kendimizle kalakalışlarımızı cebimize koyup devam edelim. Vakti gelecektir cepten çıkmasının.
Allahaısmarladık.
Mesela en başta, kulun kula kulluğunu anlamlandıramıyorum. Herkese verilen hak ve özgürlükler aynı olmasına rağmen, din, dil, ırk veya başka başka şeylerle bunun sınırlandırılmaya çalışılmasını havsalam almıyor. Herhangi birinin yine herhangi birinden kendini üstün veya alçak görmesi, statü farkı dolayısıyla arada sanki eşitsizlik olması gerektiğini addetmesi nasıl bir olay kavrayamıyorum. En küçüğünden en büyüğüne hemen bütün kurum kuruluş ve topluluklarda bu böyle. Ha bir de işin en büyük yani komple dünya kısmı var. Hani şu dünyayı birkaç kişinin elinde tuttuğu ve çevirdiği, onların (tabir-i caizse) müsaadesi ile bir şeylerin gerçekleştiği olgusu var. Gizli örgütler, derin devletler, organize işler, istihbarat vesaire. Kimisine göre bu durum 'yok canım öyle şey mi olur' diye geçiştirilirken kimisine göre 'tabii ki öyle, başka ne olacaktı' rahatlığında karşılanıyor. Ortada ya cahil bir kesim, ya gereksiz entelektüel bir kesim oluyor. Akl-i selim olarak düşünülebilirse, böyle bir şey olsa dahi ne yapılabilir kafası oluyor. Nedendir bilmem, filmlerde, dizilerde, romanlarda bunlar hep yazılıp çizilip kurgulanıyor. Daha önce söylemiş olsam gerek, bir şeyin hepten sahte ya da yalan olabilme ihtimali oldukça düşük geliyor bana. Çünkü insanoğlu elinde ne varsa ordan yürümeye, bir şeyleri ordan üretmeye ve türetmeye meyyal. Olmayan bir şeyi neden bunca işlesinler? Büyük bir algı operasyonu olması fikri de makul. Fakat bu bir algı operasyonu ise bile yine de ortada beyni yıkanmaya çalışılan bir yaşantı oluyor. Her halükarda bir şeyler hep çelişiyor ve sonuca varılamıyor. Peki ben bunları neden yazıyorum, ne gerek var? Şayet olur da bir gün bu yazıyı benim gibi hisseden, bunlara anlam veremeyen ve bir şekilde işin içinden çıkmaya çabalarken heder olup giden birisi okur diye. Ya da belki sadece içimi dökmeye. Sonuçta ne dedik, bir iç döküntüsü bu, bir kıvranış, bir mücadele. Başka türlü nasıl tekrar kanatıp tekrar kabuk bağlatacağız yaralarımıza?
Bir şeyler oluyor arkadaşlar. İyi veya kötü bir şeyler hep oluyor. Belki de kafamı kaldırıp bakmam gerekirse -ki muhakkak gerekir- bunların neden ve nasıl olduğuna değil de, ben bunların neresindeyim, ona bakmalıyımdır. Sanırım bu taraf belirleme kısmı burda oldukça önemli. İyinin ya da kötünün belirlenmiş bir sınırı varsa bunu seçmek gerekiyor. Ama işin garibi artık kimse yiğitçe 'iyi ya da kötü' olamıyor. Bunun için de birilerinin gerçekten bu iyi ve kötüyü hakikatle sunması gerekiyor. Sonra diyorum ki işte, neden ben olmayayım ya da sen, ya da bir başkası. Senin ya da bir başkasının üstünde hükmüm olmadığına göre elimde bir ben kalıyorum. Kalakalıyorum.
Kendimize ve kendimizle kalakalışlarımızı cebimize koyup devam edelim. Vakti gelecektir cepten çıkmasının.
Allahaısmarladık.
Yorumlar
Yorum Gönder