Kalbim

   Unutmak ile unutulmak arasında gelip giden bir hayattı bu. Merdivenlerden aşağı inerken kaç basamak olduğunu bilmediğini fark etti. Halbuki yıllardır inip çıktığı bir merdivenin kaç basamak olduğunu bilmeyişi onun için hayata değer vermeyişiydi. Ufacık şeylerle hayatı bağdaştırıp yeteri kadar kıymet bilip bilmediğini tartar dururdu. Belki diyeceksiniz ki bunların hayatla ne alakası var. İşte o öyle düşünmedi hiçbir zaman.
   Sevdiklerinin elinden kayıp gitmesine üzülmezdi sadece. Sevdikleriyle beraber giden hayallerine üzülürdü. Yaşanmışlıklarına, yeniden yaşanacaklar listesine bir ekleme yapılamayacağına. Bir insan, yalnızca bir insan değildi onun için. Aynı zamanda bir yaşama biçimi, bir karar verme düsturu, bir duygusal tanımlama, bir düşsel çoğalma idi. İşte bir insan gittiğinde tüm bunlar eksiliyordu hayatından. Ama her insan girdiğinde artış göstermiyordu bu meziyetler. İnce bir çizgi ve dikkat edilmesi gereken bir husus.
   Sayısını bilmediği merdivenleri geçip mutfağa yöneldi. Arkadaşları gelecekti ve onlara güzel ikramlar hazırlamak istiyordu. İnsan acı çekerken bile bir şekilde her şeye devam etmek zorunda kalıyor, ne yaşarsa yaşasın hayat hep akıyor çünkü. Neyse ki kimseye belli etmeden yaşamak onun adetiydi. Hislerini açığa vurmayı tercih etmezdi. Kolay kolay kendini bırakıp pes etmezdi de. Elbet bunu da atlatacaktı, inanıyordu, neler geçmiyordu ki zaten. İnsan her şeye alışıyordu, belki erken belki geç.
   Önce çikolatalı kek yapmak istedi. Dostları kekine bayılırdı, geleceklerinde sırf o kekten yapmasını tembih ederler, yanında başka hiçbir şey olmasa da olur derlerdi. Tabii o sadece kek yapmakla yetinmek istemiyordu. Kek harcını güzelce hazırlayıp keki kalıplara koydu, onu hemencik fırına verdi. O pişerken kurabiyeleri hazır etti, kek pişince çıkarıp onları fırına koydu. Yanına hafif bir salata yapmayı tercih etti. Hem zaten sıcak havada insanın canı yemek yemek istemiyordu. Dostlarını iyi tanıyor oluşu neler yapması gerektiğini kolaylaştırıyordu. Hangi salatayı kim seviyor, kim kurabiyelere bayılıyor çok iyi biliyordu. Bu da işini epeyce rahat halletmesini sağlıyordu. Kaynayan suyla çayı da demleyince her şeyin hazır olduğunu ve arkadaşlarının birazdan burada olacağını düşünerek biraz oturup müzik dinlemeye karar verdi. Balkondaki salıncakta çiçeklerin arasında 10 dakikalık bir dinlenme. Çoğu zaman aradığı şey yalnızca bu oluyordu. Hiçbir şey yapmadan orada öylece oturup beklemek. Belki gelmeyecek birini, belki bir müjdeli yahut kederli haberi, belki de hayatını değiştirecek o kararı. Püf nokta sadece beklemekti. Ancak herhangi bir beklenti içine girmeden beklemek. Muhtemelen ki beklemelerin en güzeli.
   15 dakika sonra beklenen misafirler kapıdaydı. Kapıyı açtığında karşısında balonlarla ve hediyelerle arkadaşlarını görünce şaşırdı. Geçen hafta doğum günü olduğunu çoktan unutmuştu. Zaten son birkaç senedir yaş alması onun için önemli bir olay olmaktan çok sıradan bir olaydı. Fakat arkadaşları bunu unutmamıştı. Tam da kalp sızısının büyüdüğü zamanda böyle bir güzellik ile karşılaşmak hayatta her şeyin iç içe olduğunu ve eğer isterse güzelliklerin etrafını sarabileceğini gösterdi ona, yeniden. İnsan çok çabuk unutuyor ya hani. Bunu da unutmuştu ve o anda yeniden anımsadı. Gülümseyerek içeri aldı dostlarını. Önce biraz oturma odasında oturup hoşsohbet ettiler. Günün gelişen olaylarını anlattılar. Epeyce eğlendiler. Sonra mutfağa geçtiler, çaylar doldu, sofra zaten hazırdı, oturdular. Masada espriler, hayaller, hayat planları, verilen kararlar, başa gelen olaylar, birtakım meseleler ve duygular, düşünceler. Bu şekilde farkına varılmadan geçen beş saatin ardından güneşin yavaş yavaş uzaklaşmasıyla akşam olduğunu fark edebildiler. Hararetli muhabbet ortamı hepsine iyi gelmişti. İnsan içindekileri anlatmak istedikleriyle beraber olduğunda huzura kavuşuyor gibi geliyor. Bu duyguyu böyle tarif etmek uygun düşer sanırım buraya.
   Toparlanıp giden dostlarının ardından o da evi toparladı ve yine basamak sayısını bilmediği merdivenlerden çıkıp odasına gitti. Köşedeki koltuğa oturduğunda şunu düşündü. Kalbinin sızısını arkadaşlarının yanında unutmamıştı. Belki bu kadar içte hissetmemişti ama tamamen yok da olmamıştı. O an bunun geçici bir şey olmadığını ve gerçek bir acı olduğunu hissetti. Çünkü mutluyken unutulan, akıldan çıkan acıların gerçek olmadığına inanıyordu. Bu duygu, bu boşluk onu ağırlaştırdı. Bu düşüncelerle koltukta uyuyakalmıştı. Sabah saat 4.00 olduğunda uyandı. Kalbine dokundu, ağrıyordu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yüzyıl sonra yeniden

Ben ne yaşıyorum allasen

Yine yolda