"var etmek ister gönül"
Yanan derinin kendini tamir etmesi uzun sürer. Bu sürede epey de canı yanar insanın. Üstelik yeni deri gelse ve yanık iyileşse bile eğer derin bir hasar varsa izi kalır. Artık acımasa bile o ize her baktığında canının acısı gelir aklına. Bazı olaylar da insanın kalbinde buna benzer yaralar açar. Kapanır, üstünden çok zaman geçer, hatta unutulmaya bile yaklaşılır belki. Bunlara rağmen dönüp baktığında izini görürsün ve yine acır canın.
Böyle bir acı yaşamıştı Semih, beş yıl önce. Dönüp baktığında hayatın bu acıdan ibaret olmadığını iyi bilecek kadar çok şey de yaşamıştı bu sürede. Çok fazla güzel olay olmuştu, beraberinde can sıkıcı olaylar da elbette. Hayatın güzelliği burada zaten. Sıradan olmayışlığı.
Mucizelerle yaşıyoruz. Mucizeye benzer bir şey de Semih'in başına geldi bu sıralarda. Hayatının son beş yılında karşısına çıkmayan ve bundan sonra da çıkacağına inanmadığı kişi karşısında duruyordu. Yıllar önce büyük bir tartışma ile artık birbirleriyle bağlantılarını kesmeye karar verdikleri kardeşi, Selim. Anne babalarını ve küçük kardeşlerini bir trafik kazasında kaybetmişlerdi sekiz yıl önce. O zaman Semih daha 17 yaşındaydı. Selim 23'üne giriyordu. Birbirlerine tutundular üç yıl boyunca. Başka çareleri yoktu, aile kavramından sadece kendileri kalmıştı. Buna tutunmayıp ne yapabilirlerdi. Fakat hiçbir zaman anlaşamamışlardı ve yine anlaşamıyorlardı. Selim daha inatçı ve başına buyruktu. Birtakım kötü alışkanlıkları da vardı. Kardeşi ne kadar dediyse de bırakmadığı bir bağımlılık. Semih ise daha uysal ve kendi halinde bir çocuk oldu hep, hala öyle. Ona fayda vermeyecek şeylerden ve her türlü bağımlılıktan uzak durmaya özen gösterirdi.
Üç yılın sonunda bir şey oldu. Kan bağı olan iki insanı birbirine incecik bir ip bağlıyordu ve o koptu. Hayatta her şey böyledir. Bakım yapılmayan her şey ölür gider. Çiçeklerinize bakmazsanız solarlar. Yemeği öylece ocakta bırakırsanız yanar. Ev, araba, telefon, bunlara gerekli özen gösterilmezse bozulur, yıkılır, kırılır. Sevgi de bu zincirin en hassasıdır. Eğer sevgi sürekli hissedilmezse, güven, sadakat, vefa, saygı gibi duygularla desteklenmezse söner gider. Aralarında ufacık bir vefa bağı vardı ve bu vahim olayda buna da gerek olmadığını düşünüp ayrılmaya karar verdiler. Olay neydi diye merak edilecek. Fakat her şey olabilir, belki de hiçbir şey olamaz. Mühim olan yaşananlar değil bunlar karşısında insanın ne hissettiğidir çünkü.
İşten çıkarken binanın yanında Selim bekliyordu işte. Yıllardır bir kez olsun konuşmamış, karşılaşmamışlardı. Semih tüm ihtimalleri silip atabilmek için şehir bile değiştirmişti hatta. Ulaşmak isteyen bir şekilde ulaşıyor yine de. Yavaş yavaş ağabeyine yürüdü. Önce onun bir açıklama yapmasını bekliyordu. Selim biraz pişman, biraz üzgün konuşmaya başladı. Evlenmişti, bir oğlu olmuştu. Bağımlılıklarından kurtulmuş ve iyi bir aile babası olmuştu. Fakat hep bir eksik vardı hayatında. -Semih de aynı hissi daima hissettiğinden ne demek istediğini çok iyi anlamıştı.- Oğluna babasının ismini vermişti Selim. Yiğit demişti. Babası gibi olsun, ona benzesin istemişti. Yiğit'e Semih'ten bahsetmişti bir ay önce. Bir amcası olduğunu öğrendiğinden beri onu nasıl, ne zaman görebileceğini sorup duruyordu. Eşi de Selim'in bu haline çok üzülüyor, gidip kardeşini bulması konusunda onu sürekli motive etmeye çalışıyordu. En sonunda kararını verdi ve Semih'in arkadaşlarına ulaşıp bilgileri topladı. Semih tüm bunları dinlerken içinde ağabeyine karşı dayanılmaz bir özlem hissettiğini duyumsadı. En sonunda dayanamayıp boynuna atıldı. Selim bu hareketi hiç beklememekle beraber karşılığını geciktirmedi. Dışarıdan bakanların imreneceği bir sarılma gerçekleşmişti. Yılların birikmişliği. Gözlerinden akan damlaları silmeye uğraşırken eve gitmek için Semih'in arabasına bindiler. Yolda ikisi de susmadı. Birbirlerine anlatacak öyle çok şey vardı ki. Eve girdiler, yemek hazırlarken susmadılar, yemek yerken susmadılar, gece boyu uyumayıp muhabbet ettiler. Sabaha karşı bir durgunluk çöktü. Birbirlerine bakıp gülümsediler. Semih "Yeğenimi görmeye ne zaman gidiyoruz?" diye sordu. Selim "hemen" diye karşılık verdi. Sonrasında biraz uyuyup uyandılar. Hazırlanıp yola koyuldular. Yol boyu yine hiç susmadılar. Beş saatlik bir yolun ardından zili çaldılar. Selim'in eşi karşısında Semih'i görünce hemen Yiğit'i çağırdı. Yiğit amcası olduğunu anladığı adamın yanına koşarak geldi ve "amca" diyerek bir onay bekledi. Semih başını sallayıp onu kucağına aldı ve içeri geçtiler. Yiğit iki ay sonra 4 yaşına gireceğini, doğum gününde onun yanında olup olmayacağını sordu. Semih "bundan sonra her yaşında yanında olacağım" diye cevapladı. Selimle birbirlerine baktılar. O bildik his, bir tebessüm ve dönüp baktığında izi bile kalmamış bir yara.
Böyle bir acı yaşamıştı Semih, beş yıl önce. Dönüp baktığında hayatın bu acıdan ibaret olmadığını iyi bilecek kadar çok şey de yaşamıştı bu sürede. Çok fazla güzel olay olmuştu, beraberinde can sıkıcı olaylar da elbette. Hayatın güzelliği burada zaten. Sıradan olmayışlığı.
Mucizelerle yaşıyoruz. Mucizeye benzer bir şey de Semih'in başına geldi bu sıralarda. Hayatının son beş yılında karşısına çıkmayan ve bundan sonra da çıkacağına inanmadığı kişi karşısında duruyordu. Yıllar önce büyük bir tartışma ile artık birbirleriyle bağlantılarını kesmeye karar verdikleri kardeşi, Selim. Anne babalarını ve küçük kardeşlerini bir trafik kazasında kaybetmişlerdi sekiz yıl önce. O zaman Semih daha 17 yaşındaydı. Selim 23'üne giriyordu. Birbirlerine tutundular üç yıl boyunca. Başka çareleri yoktu, aile kavramından sadece kendileri kalmıştı. Buna tutunmayıp ne yapabilirlerdi. Fakat hiçbir zaman anlaşamamışlardı ve yine anlaşamıyorlardı. Selim daha inatçı ve başına buyruktu. Birtakım kötü alışkanlıkları da vardı. Kardeşi ne kadar dediyse de bırakmadığı bir bağımlılık. Semih ise daha uysal ve kendi halinde bir çocuk oldu hep, hala öyle. Ona fayda vermeyecek şeylerden ve her türlü bağımlılıktan uzak durmaya özen gösterirdi.
Üç yılın sonunda bir şey oldu. Kan bağı olan iki insanı birbirine incecik bir ip bağlıyordu ve o koptu. Hayatta her şey böyledir. Bakım yapılmayan her şey ölür gider. Çiçeklerinize bakmazsanız solarlar. Yemeği öylece ocakta bırakırsanız yanar. Ev, araba, telefon, bunlara gerekli özen gösterilmezse bozulur, yıkılır, kırılır. Sevgi de bu zincirin en hassasıdır. Eğer sevgi sürekli hissedilmezse, güven, sadakat, vefa, saygı gibi duygularla desteklenmezse söner gider. Aralarında ufacık bir vefa bağı vardı ve bu vahim olayda buna da gerek olmadığını düşünüp ayrılmaya karar verdiler. Olay neydi diye merak edilecek. Fakat her şey olabilir, belki de hiçbir şey olamaz. Mühim olan yaşananlar değil bunlar karşısında insanın ne hissettiğidir çünkü.
İşten çıkarken binanın yanında Selim bekliyordu işte. Yıllardır bir kez olsun konuşmamış, karşılaşmamışlardı. Semih tüm ihtimalleri silip atabilmek için şehir bile değiştirmişti hatta. Ulaşmak isteyen bir şekilde ulaşıyor yine de. Yavaş yavaş ağabeyine yürüdü. Önce onun bir açıklama yapmasını bekliyordu. Selim biraz pişman, biraz üzgün konuşmaya başladı. Evlenmişti, bir oğlu olmuştu. Bağımlılıklarından kurtulmuş ve iyi bir aile babası olmuştu. Fakat hep bir eksik vardı hayatında. -Semih de aynı hissi daima hissettiğinden ne demek istediğini çok iyi anlamıştı.- Oğluna babasının ismini vermişti Selim. Yiğit demişti. Babası gibi olsun, ona benzesin istemişti. Yiğit'e Semih'ten bahsetmişti bir ay önce. Bir amcası olduğunu öğrendiğinden beri onu nasıl, ne zaman görebileceğini sorup duruyordu. Eşi de Selim'in bu haline çok üzülüyor, gidip kardeşini bulması konusunda onu sürekli motive etmeye çalışıyordu. En sonunda kararını verdi ve Semih'in arkadaşlarına ulaşıp bilgileri topladı. Semih tüm bunları dinlerken içinde ağabeyine karşı dayanılmaz bir özlem hissettiğini duyumsadı. En sonunda dayanamayıp boynuna atıldı. Selim bu hareketi hiç beklememekle beraber karşılığını geciktirmedi. Dışarıdan bakanların imreneceği bir sarılma gerçekleşmişti. Yılların birikmişliği. Gözlerinden akan damlaları silmeye uğraşırken eve gitmek için Semih'in arabasına bindiler. Yolda ikisi de susmadı. Birbirlerine anlatacak öyle çok şey vardı ki. Eve girdiler, yemek hazırlarken susmadılar, yemek yerken susmadılar, gece boyu uyumayıp muhabbet ettiler. Sabaha karşı bir durgunluk çöktü. Birbirlerine bakıp gülümsediler. Semih "Yeğenimi görmeye ne zaman gidiyoruz?" diye sordu. Selim "hemen" diye karşılık verdi. Sonrasında biraz uyuyup uyandılar. Hazırlanıp yola koyuldular. Yol boyu yine hiç susmadılar. Beş saatlik bir yolun ardından zili çaldılar. Selim'in eşi karşısında Semih'i görünce hemen Yiğit'i çağırdı. Yiğit amcası olduğunu anladığı adamın yanına koşarak geldi ve "amca" diyerek bir onay bekledi. Semih başını sallayıp onu kucağına aldı ve içeri geçtiler. Yiğit iki ay sonra 4 yaşına gireceğini, doğum gününde onun yanında olup olmayacağını sordu. Semih "bundan sonra her yaşında yanında olacağım" diye cevapladı. Selimle birbirlerine baktılar. O bildik his, bir tebessüm ve dönüp baktığında izi bile kalmamış bir yara.
Yorumlar
Yorum Gönder