Kayıtlar

Mart, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yol hikayelerine ön hazırlık

  Yine otobüsteyim, yine bir yol. Sanırım otobüs notları tutsam faydalı olur. O zaman 'yol çok güzel çıksak mı?' yazısının devamı niteliğinde bir yazı ile beraberiz.     Yolda başka şeylerle uğraşmanın bir kötü yanı çevrendeki güzellikleri kaçırman. Artık hemen hemen ezberlediğim için bu yolda bunu biraz tolore ediyorum. Gerçi ne kadar ezberlesem de görmeye doyamadığım birçok şey oluyor yol boyu. Mesela rüzgar güllerini hayran hayran izliyorum her seferinde. Sonra tren yolu üstündeki artık kullanılmayan ama hala dimdik ayakta duran istasyonlar. Sarı ve üstünde durak adı yazıyor. O kadar güzeller ki. Sonra mesela aylar içinde illa ki bir şeyler değişiyor, ya da bir yolculukta fark etmediğim bir şeyi başka bir yolculukta fark ettiğim oluyor. Genel anlamda yolda yolu izlemek en güzeli. Tefekkür ve ufuk açmak için ideal. Bu arada önceki yazıda yazmış mıydım hatırlamıyorum. Yol, Isparta-Ankara yolu. Bugün de genel olarak otobüs yolculuğunun klişelerinden falan bahsedelim...

Günlüklük 1

   Diyor ya şarkıda, "belki de hataların hepsi benim, belki de şikayet etmemeliyim." Belki de gerçekten öyle ve yoruyorum kendimi boşu boşuna. Peki bu boşu boşunalığı nasıl telafi edebilirim. Hayatta bir şeyleri ciddi manada telafi ediyor muyum bilmiyorum açıkçası. Telafi edilmesi gereken şeyler yapıyorum muhakkak onu biliyorum mesela. İnsanın her şeyi net bir şekilde bilemiyor ve çözemiyor olması ne zor. Bir karara varıyorum mesela ama hayata geçiremiyorum çeşitli sebeplerden. Oysa ben istiyorum ki hayatımda kararları veren kişi hep ben olayım. Saçma da olsa arkasında duracağım çünkü biliyorum. İnsan biraz böyledir, gururuna yediremez bazı şeyleri. Fakat benim için durum gurur meselesi falan da değil, ben biraz kendi düşen ağlamazcıyım sanırım. Halbuki biliyorum en çok kendi düşen ağlar, çünkü kendi yapmış her şeyi. Bırakın düştüğünde de ister ağlasın ister gülsün, kime ne?     Tam şu an şu dakika ders çalışıyor olmam gerekiyorken ben burada ne yapıyorum mesel...

Pek şiirsel bazı

   21 Mart Dünya şiir günü imiş. Burdan da belirteyim bunu ve şiir günümüz kutlu olsun. Gerçi ben bu yazıyı geç yazdığım için gün doldu fakat zaten bu bloğu da halihazırda sadece şiir gününü kutladıklarım okuyor. Yine de günü boşverin, geçmiş olması umrumuzda olmasın. Herkes kendine bir şiir armağan etsin, ve sevdiklerine tabii. Çünkü ben hep inanırım ki dünyayı iyilik, güzellik, sevgi kurtaracak. Bunların hepsini içinde barındıran da şiirdir benim nezdimde.    Esasında bugün pek çok şeyden bahsetmek istiyorum. Her gün aklımı kurcalayan milyonlarca düşünce oluyor ve hepsini bir şekilde yazıya dökmek geçiyor içimden, yapamıyorum. Zira kelimeler ve fikirler o kadar karmaşık halde ki, toparlayıp bir araya getiremiyorum. Sonra her şeyi tek seferde bir araya getirmeye çalışmak gibi bi gaflete düşüyorum, o zaman hepten karışıyor olaylar. Yine de bugün birini seçip devam etmek kulağa epey hoş geliyor.     İnsan oldukça garip bir mahlukat. Seviyor, sevdiğini...

Birtakım şeyler üzerine bazı mülahazalar

   Uzun zaman sonra ilk kez mektup göndereceğim, çok heyecanlı olaylar da yaşandığının kanıtı bu. Farklı şehirlerde iken mektup daha kıymetli bir yazı birimi oluyor sanırım. Gerçi mektup her halükarda en kıymetli yazı türlerinden biri bana kalırsa. Her neyse.     Yazıp yazıp yarım bıraktığım birtakım yazılardan sonra bu yazıyı tamamlayıp paylaşabilmeyi ümit ediyorum. Ben de anlık yazıcılardan biriyim, hikaye ya da roman yazmadığım için yazının devamını sonrasında getiremiyorum. Yalnızca düşüncelerimi ve hislerimi aktardığım cümleler topluluğu ancak o an ne yaşıyorsam doğru ve anlaşılır şekilde yazıya dökülebiliyor. Başka türlü üzerine düşünmek biraz imkan dahilinin dışında oluyor. Çünkü hissiyatlarım daima farklılık arz ediyor. Peki şu an neden bunca gereksiz kelime kalabalığı yapıyorum, eski kelimeler, lafı uzatmalar falan. Sanırım mektup yazmanın verdiği birtakım incelikler. Bazen can sıkıcı oluyor belki yine de insanın içini dolduruyor gibi geliyor. Umarım s...

Karar duruşu

   Derin bir konu hakkında üç beş satır karalamak istiyorum.     Kesinlikle anlam veremiyorum artık. Bu insanları her şeyden koruma çabası, her tecrübeyi aktarma, her hatayı yaşanmasın için ortadan kaldırmaya çalışma gayreti nedir Allah aşkına. Eskiden ben de böyleydim, değildim demiyorum. Belki hala ara ara yapıyorumdur farkında olmadan. Düzeltmeye çalışıyorum.     Arkadaşlar, bir insanın gerçekten yaşıyor olabilmesi için hatalar ve doğrular tecrübe etmesi gerekiyor. Kaldı ki senin için hata olan bir şey onun doğrusu olabilir. Herkes farklı yaratılmışken tek bir kalıba sokulma çabası nerden çıktı, kim çıkardı? Mesela ben kolay kolay pişman olan bir insan değilim. Bir hatayı bilinçli olarak yapmışsam o hatadan pişman olmam, yapmasan daha iyi olurdu derim belki ama "ulan keşke yapmasaydım" cümlesini kullanmamaya özen gösteririm. Hatamın bedelini de paşa paşa öderim. İnsan bir şey yapıyorsa arkasında durmalı bunu savunurum. Ben her sözümün ardında...

Yaşamanın en korkulu hali

   Gecenin yazısını sunuyorum. Daha doğrusu ben sunuyorum ama bunu şu an okuyacak kimse olmayacak. Olsun ben gece sunduğumu belirteyim. Saat 01.06. Bu yazıyı gece okuyacaklar için bu bir şans. Ezber yapıldı, kitap okuyup uyuyacaktım çünkü sabah erken kalkmam gerekiyor fakat bazı olaylar beni bu yazıyı yazmaya sevk etti.     Arkadaşlar ben şu duruma fevkalade hüzün doluyorum: -Hüzün dolmak diye bir tabir inşallah vardır, yoksa da artık var.- Böyle aşırı sevdiğiniz, yanında harika vakit geçirdiğiniz, eğlendiğiniz, hüzünlendiğiniz yani size o sırada ne iyi geliyorsa bunu karşılayabilecek ve onun da sizin için aynı şeyleri düşündüğü insanlardan bu denli (kilometrelerce) uzak olmak. Yani bir vakitler aynı havayı soluduğunuz, yediğiniz içtiğinizin ayrı gitmediği, her an yan yana olabildiğiniz, dilediğinizce beraber takılabildiğiniz insanlarla vakti geldiğinde ayrılmak zorunda oluşumuz da bir imtihan bu minvalde. Zira başka türlü bu ayrılıkları açıklayamıyorum. Eski g...

Beklentilerin karşı konulamaz enerjisi

    İnsan yazısını yazarak geliştirebilirmiş, bir sporda ne kadar antrenman ne kadar idman yapılırsa o kadar ilerlenirmiş, bir hobi üzerinde ne kadar yoğunlaşılırsa o denli güzelleşirmiş, bir işte ne kadar çok çalışıp çaba harcanılırsa o kadar profesyonelleşilirmiş. Velhasıl bir şeylerin 'iyi' hatta 'daha iyi' belki de 'en iyi' olabilmesi için hep azim ve sabır gerekliymiş. Peki ya sevgi? Sevgi de geliştirilebilir mi sizce? Bunu düşüneduralım, şayet kanaat getirirsem bir kararda, başka bir yazıda ondan bahsederim. Fakat bugün yazımız başka bir konuyla alakalı. Esasında az çok -önceki yazılardan anlaşılacağı üzere- belirli bir konu üzerinden ilerlemek pek mümkün olmuyor benim açımdan. Çünkü fikirler kafamda uçuşuyor sürekli, Harry Potter'daki Neville'in büyü kazanı gibi. Malzemeleri koyuyorum sanıyorum ama asla doğru büyü ortaya çıkmıyor. Oysa ben bitki bilimde de iyi değilim. Her neyse.    Beklentiler sadece üzer diyor şarkıda. Ki pek severim Athena...

'Güzelliklerle Güzelliklerde' seri 1

   Güzellikler sarıyor etrafımızı. Eğer çok istersek, güzellerle uğraşıp güzelleri çevrelersek biz de güzelleşiyoruz, sonrası malum zaten, her şey güzelleşiyor. Çünkü bana öyle geliyor ki böyle şeyler bir miktar bulaşıcı. İyilik de kötülük de yayılmaya oldukça yatkın. Mühim olan sizin neyi tercih edip yaymaya çalıştığınız. Dünya kötü bir yer değil, kötü olan bazı şeyler var evet, ama bunları zamanla ve bir şekilde yenebiliriz gibi geliyor. Kaldı ki asla tamamen yok edemeyiz, çünkü dünyada her şey zıttıyla kaim. Biri olmayınca diğerinin varlığı belli olmuyor. Yine de 2 şeyden birinin baskın olması gerekmiyor mu?    Canımdan çok sevdiğim biri demişti ki, sen iyiysen herkes sana iyi, sen kötüysen uçan kuş bile kötü. O an, o işler öyle değil demiştim ama sanırım o işler biraz öyle. Zaten hep doğru şeyler söyler, ben o an ne kadar kabul etmesem de sonra tam olarak öyle olduğunu fark ederim. Haklı olmayı sever ve genelde haklıdır da. Neyse bu kadarının konumuzla ilgisi yo...

'Arayış

  Blogumda sürekli bir şeyleri anlamlandıramayan ve içsel sorunlarıyla baş edemeyen bi insan profili çizmek istemiyorum lakin hayat beni her seferinde buraya getiriyor. Çünkü arkadaşlar, bir şey tam olarak yerleşmeyince daima havada kalıyor. İnsan evvela onu sindirmeli; aklına, kalbine iyice belletmeli. Ben de durumlar ne yazık ki öyle ilerleyemiyor. Bununla ilgili serüvenimin bir kısmını anlatayım.    Ben daima insanlarla konuşup onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışan, hayatımı idame ettirirken bir şekilde her şeyi en iyi şekilde yapmaya uğraşırken insanlara bıkıp usanmadan danışan öylesine biriyim. Buraya kadar her şey normal, sıkıntı görünmüyor. Sonra asıl olan konular giriyor işin içine. Konuşuyorum, dinliyorum, anlıyorum, tamam diyorum, o an, o gün, o hafta her şey normal ilerliyor. Sonra bir bakıyorum yine başa sarmışım. Bakıyorum yine aynı şeyler, yine bir arayış. Böyle böyle birçok insanla konuştum. Danışman, rehberlik, öğretmen, arkadaş, dost, abla vesaire vesair...