Birtakım şeyler üzerine bazı mülahazalar

   Uzun zaman sonra ilk kez mektup göndereceğim, çok heyecanlı olaylar da yaşandığının kanıtı bu. Farklı şehirlerde iken mektup daha kıymetli bir yazı birimi oluyor sanırım. Gerçi mektup her halükarda en kıymetli yazı türlerinden biri bana kalırsa. Her neyse. 
   Yazıp yazıp yarım bıraktığım birtakım yazılardan sonra bu yazıyı tamamlayıp paylaşabilmeyi ümit ediyorum. Ben de anlık yazıcılardan biriyim, hikaye ya da roman yazmadığım için yazının devamını sonrasında getiremiyorum. Yalnızca düşüncelerimi ve hislerimi aktardığım cümleler topluluğu ancak o an ne yaşıyorsam doğru ve anlaşılır şekilde yazıya dökülebiliyor. Başka türlü üzerine düşünmek biraz imkan dahilinin dışında oluyor. Çünkü hissiyatlarım daima farklılık arz ediyor. Peki şu an neden bunca gereksiz kelime kalabalığı yapıyorum, eski kelimeler, lafı uzatmalar falan. Sanırım mektup yazmanın verdiği birtakım incelikler. Bazen can sıkıcı oluyor belki yine de insanın içini dolduruyor gibi geliyor. Umarım size de öyle geliyordur. Siz derken yazılarımı okuyan 3-5 kişiden bahsediyorum. Tanımadığım bilmediğim birileri okuyorsa hakkımda saçma sapan düşüncelere kapılabilir zira. Çok da umrumda olmaz açıkçası, yine de hoş bir durum değil. Sonuçta burda kendimi anlattığım kadarıyla varım, oysa öyle değil. Neyse bu mevzular da derin, diğer birçok mevzu gibi.
   Diyorum ki insanın hayatında en azından 1 tane mektup yazacağı, içini rahatça dökeceği, yanlış anlaşılır mıyım diye korkmadan her şeyi anlatabileceği, sırtını yaslayıp omzunda hüngürdeyerek ağlayabileceği, uzaydan duyulacak kadar kahkahalara boğulabileceği, hastalığında nane limon yapan, dertlerine derman olan, olmasa da ortaklığını eden birileri olmalı. Olmalı ki hayat gerçekten yaşanılabilir olsun. Bu şey değil, "insan daima her şeyini biriyle paylaşmalı, anlatmalı, hiçbir şey gizli kalmamalı, gerektiğinde asalak olarak hayatını sürdürmeli." Böyle bir durumdan söz edilmesi ihtimal bile değildir. Zira insan tek başınalığını kabullenmeli, hepimiz ayrı ayrı bireyleriz neticede. Ki ben yalnızlığını seven bir insan olarak yazıyorum tüm bunları. Başkaları olmadan yaşayabilir miyiz, elbet tabii. Lakin olsalar daha güzel olacaksa hayat, neden olmasınlar ki? Ben bundan bahsediyorum, umarım mesaj doğru şekilde ulaşmıştır. Bunun üzerinde daha fazla durmayı uygun görmüyorum şu saniyede.
   Hayat devasa anlaşılmazlıkta kocaman bir olgu. Yaşayıp gidiyor gibiyiz ama üzerimize geliyor bazen. Tutup omzundan "hop, birader sen nabıyosun" da diyemiyoruz. Öyle dolu dizgin geliyor. -Bu tamlamayı kullanınca bir dostumun, Yavuz Bülent Bakiler'in o şiirini ne çok sevdiği gelir aklıma.- Sonuçta bunu bir yarışma gibi düşünürsek bazen yeniyor bazen yeniliyoruz. Amenna. Lakin benim içime sığmayan bu yarışmanın adil olmayan tarafları. Ben bilmiyorum fakat ortada bilinmesi gereken bir durum var. Ben istemiyorum fakat ortada yapılması gereken bir iş var. Ben ısrar ediyorum fakat ortada reddedilmesi gereken bir mesele var. Yani anlatabileceğim ve anlayabileceğiniz; var oğlu var. Bu durum her ne kadar sinirlerimi bozuyor olsa da bir şekilde bir çözümle halledebileceğim izlenimi taşıyorum. Tatar Ramazan'ca söylersek işin özünü: Ben bu oyunu bozarım uleyn. 
   Madem ne diyelim, daha fazla sürç-ü yazı etmeyelim. Sonuçta sizinki de göz sizinki de beyin. Yazık etmeyeyim. Gideyim bu oyunun bozulacağı o köşe taşını yerinden edeyim. 
   Herkese hayatının farkında, mektubuna karşılık bulduğu, oyunun iki taraflı adaletle oynandığı bir ömür diliyorum. Hoşça bakın zatınıza. 

 Dipnot: Oyundan kastım yazı gereği kader gibi algılanmış olabilir, yanlış algılamalara sebebiyet vermeyelim, oyundan kasıt sistemdir, kısır döngüdür. 
   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yüzyıl sonra yeniden

Ben ne yaşıyorum allasen

Yine yolda