Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Doludizgin

    Adımlarını hızlandırmak istese de bir türlü başaramıyordu. İnsan böyledir, aklıyla istediği şeyi kalbiyle kabullenmedikçe beyne gönderdiği sinyallerin hiçbir anlamı olmaz. Çünkü vücuttaki tüm organlar bir beraberlik içinde hareket eder. Hepsinin tek başına hareket etmesi kaos oluşması için uygun ortamı hazırlardı aksi takdirde. Şimdi olan da buydu, beyin kalpten gelecek olan sinyali bekliyordu fakat kalp bu konuda onay vermiyordu. Gülbiz neredeyse durduğu yerden hiç kımıldamıyormuş gibi yavaş adımlar atıyordu. Mehter takımı gibi iki ileri bir geri gidecekti elinde olsa. O mekandan çıkmak istemiyordu, çıkmaması için de çok fazla sebep vardı. Fakat çıkması için de zihninde sıralanıyordu bahaneler. Bu kararsızlıkla da ancak bu kadar hızlı ilerleyebiliyordu.     O sabah her şey olduğundan daha güzel, saksıdaki bitkiler daha canlı, raftaki kitaplar daha okunası, kavanozdaki kahve kokusu daha buram buramdı Yağız için. Uyanır uyanmaz evde anlamsız bir tur attıktan ...

"hele bir gel"

   Her şeyin bu hızda akması, sürekli bir şeylerin değişmesi bazen canımı sıkıyor. Evet tamam zaman durağan bir kavram değil, bir şekilde biz ne yaparsak yapalım akmaya devam ediyor. Mesela akmak kelimesini kullanıyoruz zaman için. Su için de aynısını kullanıyoruz. Zaten "zaman su gibi akıyor" sözü de var kültürümüzde. Tüm bunları anlıyorum, tüm bunları kafamda bir yere oturtuyorum evet. Yine de kabullenemediğim olaylar da olmuyor değil işte. En çok da kendimi kabullenemediğimden sanırım bu hıncım. Çünkü öylece duruyorum ben. Hiçbir emek sarf etmeden, hiçbir topu kurtarmaya gitmeden. Her şey benim dışımda gelişiyor, oysa benim müdahil olmam gerek bazılarına, hatta birçoğuna. Bunu yapamıyor olmak yoruyor en çok beni. İnsan durduğu yerden de yorulabiliyor demek ki.     Marguerite Duras'ın yazmak kitabını okuyorum. Düşüncelerinin bir kısmı kesinlikle benim de içimden geçenler, bir kısmı bambaşka hiç aklıma gelmeyen şeyler. Onun cümleleri sayesinde yazıyorum şu an b...

Mezun kişisi

Resim
   Uzuun zaman sonra yeniden merhaba. Aslında bu kadar bekletecek önemli sebeplerim yoktu. Hatta şimdiye dek en az 3 yazı yazarım diye planlıyordum, fakat hayat planladıklarımız çerçevesinde ilerlemiyor. -kaytardım demiyorum da, afili sözler söyleyerek ortamı yumuşatmaya çalışıyorum- Sonuç olarak bugün buradayız. Mecnun'un 'şu anda buradasınız' tabelasıyla olan sahneye döndü hayatım. Fotoğraf eklemeyi başarabilirsem bu blogun ilk fotoğraflı yazısını da böylece paylaşmış olurum umarım. Fotoğraf ekleyerek bloga yeni bir soluk getirdim hayırlı olsun. Neden hayatın o halde diye soracak olursanız, mezun oldum, kpss sonuçları açıklandı, yüksek lisans başvurularım reddedildi, artık öğrenci değilim, mesleğim yok, herhangi bir vasfım yok, düz boşlukta asılı duran biriyim şu an. O yüzden öyle. Yine de çok karamsar bir tablo çizmeye gerek yok. Daha yolun başındayım, değişirim. Bildiğim tüm yollar da tek bir yere çıkmaz bu saatten sonra. Bu yazıyı sayın teferruat arkadaşımın yazısın...

Ayın altında bazı anılar

  Bugün kırlangıçlarla şöyle oturmuş güzel bir hasbihal ediyorduk. -keşke gerçekten şöyle oturup hasbihal etsek biraz- Tamam ben kendi kendimle muhabbet ederken kırlangıçlar gökte hızlı hızlı uçup süzülüyorlardı. Her akşamüstü bu şölen gerçekleşiyor, acaba neden böyle harıl hurul gökte uçuşuyorlar? Baş döndürücü bi güzellik. Gerçek anlamda baş döndürücü yalnız, birini yakalamaya çalışıyorum mesela ama hooop kaybolup gidiyor, sonra bi başkasını takibe başlıyorum, o da kayboluyor hızla, o kadar fazlalar ki gözleriniz kamaşıyor bir süre sonra. Fakat hayatımda gördüğüm en güzel manzaralardan biridir bu. Güzel olan şeyler genelde yorar zaten, en azından benim hayatım için öyle. Olsun, sevmediğimiz şeylerle yorulmaktansa sevdiklerimiz için canımızı verelim düsturuyla hayata devam edelim.     Ne zamandır bloga yazacağım ama tahmin edin hep ne oluyor, tabii ki hep yarım kalıyor yazılarım yahut hiç başlayamıyorum yazmaya. Artık bu cümleleri okumaktan sıkıldınız muhtemelen, çü...

Müptela mıyım?

    Her nasılsa kendimi geçmişi özlerken bulurum çok kez. Bazen dünü, bazen beş yıl önceyi. Hep bir anın içine gitmek isterim. Olduğum anda mutlu olmadığımdan değil aslında. O anı yeniden yaşayamayacağım hissiyle arzularım bunu. Çünkü her gün sürekli bir şeyler değişiyor hayatımızda. Bazı anların asla yenisi eklenemiyor anılarımıza. Bir kez yaşanıyor ve bitiyor. Onu kıymetli yapan da bu belki. Fakat hayır, ben defaetle yaşadığım pek çok anı da yine aynı şekilde özlüyorum. Sanırım özlemek hissi damarlarımda akan kan gibi, asla ayrılmaz bir parça. Bir dönem anlam veremediğim bir soğukluk gelmişti mesela her şeye. Ne bir anıya, ne bir sevdiğime özlem duyuyordum. Sadece sıradan hayatıma odaklanmış yaşamaya çalışıyordum. O zaman demiştim ki; tamam, galiba özleyebileceğim kadar özledim her şeyi ve artık o hissimi tükettim. Sonra yeniden geldi yerleşti hayatımın baş köşesine. Zaten tamamen tükenmesi biraz mantıksız olurdu, napalım insan bazen hiç hissetmemek isteyebiliyor. Bunun...

Vazgeçilmiyor (!)

    Lisedeyken mitinglere, yürüyüşlere giderdik, o dönemlerde Mısır'da darbe olmuştu, Mursi'yi baştan indirmişlerdi, Türkiye yine ayaktaydı, Filistin için her zaman bir direniş vardı zaten, Doğu Türkistan desen zaten öyle. Nerde bir zalim eline bayrağı alsa Türkiye hep sesini en yüksek şekilde duyurmaya çalışmıştır, zaten mevzumuz bu, davamız bu, inancımız bu, bu yoldan döndürmesin Allah, ayaklarımızı sağlam basmayı nasip etsin. Şimdi yine, yeniden, her zaman ki gibi saldırılar şiddetini artırınca hepimiz ayağa kalktık, gündem bununla ilgilenmeye başladı nihayet. Çok güzel, gündemimizin ümmet olması çok güzel. Fakat bir günle, üç günle olmuyor işte, bir tivitle, bir postla kurtaramıyoruz hiçbir yeri, hiçbir şeyi. Bunlar da önemli evet, ama mesela sürekli bu zulümlerden bahsetsek daha kalıcı çözümler olur mu acaba diye düşünüyorum. Hani şehit verdiğimizde de birkaç gün yas tutuyoruz, sonra o ateş nereye düştüyse yalnızca orda görünüyor ya dumanı, bu da öyle oluyor, biraz i...

Dağdan bağa

    Yaşarken birçok şeye alışmak zorunda kalıyoruz onu anladım. Fakat bazı şeylere alışmak nedense farklı bir his uyandırıyor içerde. Belki sadece bende öyledir. Mesela az önce bir dostuma mektup yazdım, tarihin altına "yine Ankara" yazdım. Ankara'yı çok severim. Pek çok eleştiriye, kötülemeye, ötekileştirmeye, yabancılaştırmaya rağmen severim. Sevdiğimi buradan ayrıldığım sene fark etmiştim. Öncesinde sevmediğimi sanıyordum, yahut herhangi bir his uyandırmıyordu bende. Neticede yaşıyorduk işte, ne farkı vardı diğer şehirlerden. O fark bu şehirde aldığım nefeste saklıymış. Her bir ânıma, her bir anıma, geçen her günüme gizlenmiş meğer buraya olan sevgim. Buradan çıkınca her şeyi özledim, en çok yaşananların burada oluşunu özledim. Belki başka bir şehirde yaşasam tüm bunları o şehrin yeri ayrı olacaktı kalbimde. Fakat burada yaşadım işte. Şimdi kim ne derse desin Ankara'yı çıkarıp atamam kalbimden. Memur şehri, gri şehir, soğuk şehir, cansız, silik, sıkıcı. Evet tüm bu...

Efkarım

    Çok kez hikayelerin, romanların, bir kurgunun nasıl yazıldığını, bir şarkı sözündeki olayın nasıl aktarıldığını, bir şiirde duygunun nasıl mısralara döküldüğünü hep merak etmişimdir. İçinde bir his barındıran ve bunu okuyucuya aktarabilen yazılara hayranım. Böyle günlük tutar gibi yazı yazmak kolay. Birkaç kelimeyi bir araya getiriyorsun ve ta taam işte ortaya bir yazı çıkıyor. Küçümsemek için söylemiyorum, sadece bir biraz daha kolay olduğu için çok bir esprisi yokmuş gibi geliyor bana. Şöyle bir düşününce hikaye yazmak da çok zor olmamalı aslında. Özellikle böyle türlü acının, türlü sevincin, her türlü mizah ve hüznün harmanlandığı hissiyatı bol, kültürü zengin Anadolu topraklarımızda. Yine de; yaşanan olayı arayıp bulmak, yahut bir olayı yaşamak, yahut bir vesile ile duyduklarını bir araya getirerek ortaya bir dizin çıkarabilmekte bitiyor iş. Henüz yazılmamış, anlatılmamış, belki hiçbir zaman da yazılmayacak olan çok hikaye var yeryüzünde. Her birine yetişmek elbette mü...

"Ben nası büyük adam olucam"

    Selamlar, boş boş otururken birden bloga yazma hevesim geldi. Esasında önceki gün zaten bir yazı yazıyordum sonra yarım kaldı. Yarım kalan yazılar beni yoruyor, ne tamamlayabiliyorum ne tamamen silebiliyorum. Öyle boşlukta duruyorlar notlarımda, bakalım onlarında bir kaderi vardır, ne olurlar göreceğiz. Tüm günümü verimsizce kullandım. Bahanelerim elbette hazır ama şimdi hiç sırası değil sıralamanın. Saatlerimiz geceye doğru ilerlerken müzik dinleyeyim en azından dedim. Birtakım araştırmalar yapmaya çalıştım, öğretmen olmayacaksam dümdüz bir memur olmak için sadece kpss genel kültür-genel yetenek oturumuna girsem yetiyor sanırım. Ama emin olamadım çünkü tablolarda nitelik kodları vesaire yazıyor. Benim bölümüm bu nitelikler içinde yok tabii. Niteliksiz bir bireymişsem demek. -bir yemek molası verip geldim, evet bu saatte, evet hala sağlıksız beslenmeye devam, konumuza odaklanalım bunların sırası değil.- Aslında yazacağım her zamanki türden bir yazı olacak; kısaca dünyayı k...

Gitme*

    Hani bazı gidişler vardır. İnsanın yüreğini buran. Geri dönülmez bir gitmektir ve şüphe yoktur böyle olduğundan. Ben tam öyle bir günde gitmek istiyorum bazen. Öyle bir gidişle. Adımı unutayım, kendimi kaybedeyim gibi değil ama. Tüm geçmişimle, özümle gitmek istiyorum. Gittiğim yerde düşüneyim de, seveyim de, heves de edeyim belki ama bazı şeyler hiç aynı olmasın istiyorum. Kendimle olan kavgam bitsin. İçimin savaşı dindiğinde dışımdakiler de diner belki ama emin olamıyorum. O yüzden kesin çözüm gitmek. Kalmak da çözümdür bazen evet. Kalıp daha çok savaşmak, mücadelenin merkezine varıp kazanmaya azmetmek. Fakat bunun için gücüm kalmadığını hissediyorum çok kez. Denedim olmadı, belki de hiç denemedim, belki de olacak gibi değil bunları da bilmiyorum. Gitmek dedikse böyle pılısını pırtısını toplayarak gitmek bir de. Ardında kalanlara bir anı bırakmamaya özen göstererek. Çünkü her zaman gidenler en çok üzülenler değildir. Kalan daha çok üzülür, yanında yöresinde hep bir ...