Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yıldönümü

   26 Aralık 2018. Blog açtığım ve ilk yazımı paylaştığım gün. Günün nasıl olduğunu hatırlamıyorum ama heyecanım hala aklımda. Öncesinde bir dostum açmıştı blog. Onun hevesiyle başladım biraz. Çok güzel şeyler yazıyor, okurken insanı çeşitli duygular sarıyor. Üstelik ay sonu yazıları da var, ay içinde okuduğu kitapları izlediği filmleri anlatıyor, çok sevimli, çok içten, çok sevdiğim bir blog. Arkadaşım diye kayırma yapmıyorum hee, hakikaten seviyorum yazdıklarını, tanımasam da çok severdim muhakkak, çok şükür ki tanıyorum, sade yazılarını değil yüreğini de biliyorum böylelikle. Teşekkürler. Blogu da şuraya bırakayım, kesin bakın bak asla kaçırmayın.  Balseverim    Neyse işte hem onun blog açıp bana açtırmaya çalışması hem de bir hocamın blog açabilirsin mesela tavsiyesi üzerine okuyorsunuz bu yazıları. Bunu bir nevi bir şeylerin ucundan tutmaya çalışma çabası olarak görebilirsiniz. Hiçbir şey olarak görmeseniz de olur tabii. Okuyup geçmek, üzerine düşünmemek de...

Dayanılacak dağlar ve aşılacak dağlar

   Uzun bir süredir yazamıyordum. Yani sırf buraya değil, genel itibariyle yazamıyordum. En son 6 aralıkta notlarıma bir şeyler yazmışım. Yakın zamanda çok sevdiğim bir hocam vefat etti. Efendimiz'e komşu eylesin Rabb'im. Yalnızca bir hoca değil, hayatımda yeri anlatamayacağım kadar büyük olan bir insandı kendisi. Üzerimde emeği çok, hakkını ne yapsam ödeyemem belki, yüreği güzel, kendi güzel hocam benim, dayanılacak dağım. Ben ondan ilelebet razıyım, Rabb'im de ondan razı olsun. Ona yazmışım bir şeyler. Ben ilk kez bu kadar yakınım birini kaybettim. İlk kez ölümü bunca yüreğimde hissettim. Sevdiğinin artık ulaşılabilir olmaması ne demekmiş ilk kez anladım. Kendi kendimi nasıl teselli edeceğimi ilk kez gerçek anlamda öğrendim. Daha birçok hissi yaşadım bu haberle birlikte. Ben kötü bir haber duyduğumda kilitlenir, ağlayamam, konuşamam genelde. Ölüm haberi alırsam da öyle olur sanıyordum. Olmadı. Haberi aldığım anda gözümden yaşlar sanki orda bekliyormuşçasına firar etti. Uz...

Bu gece tutmayın beni

 Güzel geceler, tabii böyle bir şey mümkünse demeyeceğim ama. Çünkü neden mümkün olmasın. Mümkünlüklerin bulunduğu bir evrende yaşıyoruz çok şükür. Bu yazıyı, bu saatte birden yazı yazma isteğime vesile olan kadirşinas, kadim dostuma ithaf etmek istiyorum. Saat 01.16 ve yazılarımı istediğim herkese ithaf etme konusunda kendimi yeterince özgür hissediyorum. Hatta bu kadar özgür hissedebildiğim bir başka konu var mı emin değilim.     Geçen gün bir arkadaşıma; beklenmedik bir olay gerçekleşmediği sürece bir sonraki yazım araştırma yazısı olacak sanırım, demiştim. Beklenmedik olaylar daima gerçekleşir çünkü insan hayatta her şeyi her an nasıl beklesin. Bundan dolayı belirli bir konu yok ama bugün gelen haberler ve son zamanlarda yaşananlar çerçevesinde bir yazı gelişecek.     Öncelikle bu 2020 ne kadar düğün dernekli geçen bir yıl oldu böyle maşallah. Adeta çevremdeki herkes anlaşıp 2020'nin muhtelif zamanlarında evlenelim-nişanlanalım diye sözleşmiş gibi....

Aniden

    Pazardan pazartesiye ani bir geçiş yaşanacak beş dakika sonra. Eylül geldiğinde konfetilerle kutlamıştım ama ne zaman bitti anlamadım, 10 gün kalmış resmen. -30 mu 31 mi çektiğini hesaplamak için; önce 'sç' namlı arkadaşımın okulda öğrenmiş olduğu ve geçtiğimiz aylarda bana öğrettiği, sonrasında dedemin de "bunu size okulda öğretmediler mi" diye sorduğu ve malesef evet okulda öğrenmediğim, tam 22'min çılgın zamanlarında cahilliğimin yüzüme vurulduğu bir zamanda öğrenmiş olduğum parmakla hesap sistemini kullandım.- Ne uzun bi cümle oldu, bu şekilde anlatmaktan başka çarem yoktu ama. Şayet bende okulda öğrenmiş olsaydım, düz parmak hesabı der geçerdim, ama hayat herkese aynı anda aynı sunumları yapmıyor, yapması da mantıklı olmazdı belki. Bu hesabı bilmeyenler de napsın yorumlara gelsin bari, ya da gitsin bir bilene sorsun, ya da boş versin ne diyelim. Mevzu nerelere geldi ya hu bir parmak hesabından. Ne anlatacağımı da unuttum, yazının hedefi şaştı. Şu taze ola...

Sözün başlayamadığı

   Söze hangi ucundan başlamam gerektiğini kestiremiyorum. Anlatmak isteyip de cümleleştiremediğim o kadar çok şey var ki. Gün içinde hepsi aklımın o köşesinden bu köşesine cirit atıyor. Yaklaşık 2 aydır yazı yazmıyorum. Buna yazamamak demek daha doğru olur belki. Gün içinde minik notlar alıyorum elbet bazen, kendim için bir şeyler karalıyorum, yine de bloga yazmalık yazı çıkaramadım hiç. Oysa bunu düzeltmek için defalarca kez söz verdim kendime. İnsan kendine verdiği sözleri tutmayınca kendisine ağır gelmeye başlıyor. Her şeye rağmen devam ediyoruz, etmek zorundayız, amma daha güçlü oluyoruz, amma takatimiz kesiliyor. Sürünsek de, dimdik dursak da devam etmekten başka şansımız kalmıyor. Seçenek çok belki devam etmek dışında, kolay olana kaçmamak için ve yolun devamında bizi neler beklediğini merak ettiğimiz için devam ediyoruz. Etmeliyiz de, başka seçenekler aramamalı, hatta oluşturmamalıyız. Yalnızca devam etmeliyiz.     Şu kafamda dönüp duran fikirlerin bazıl...

Ayakkabılar da kavuşur

   Küçük adımlarla sakince odadan ayrıldı. Kapıyı kapatırken de aynı sakinliği muhakkak korumuştu. Saat sabahın beşiydi. Küçük kardeşini uyandırmadan evden çıkabilmeyi umuyordu. Hazırlanıp aşağı inene kadar hiçbir sorunla karşılaşmadığı için mutluydu. Ayakkabılarını alıp dış kapıdan çıkınca tamamen rahatlayacaktı. Fakat ayakkabılarla ilgili bir sorun vardı. Ayakkabılıkta onları bulamıyordu. Alt rafa baktı, üstüne baktı, ayakkabılığın yanlarına baktı, hayır, yoklardı. "Ayaklanıp gidecek halleri yok herhalde" diye geçirdi içinden. Ayakkabıydı bunlar, ayağa giyilir öyle gezebilirdi ancak. Belki de bu büyük bir yanılgıdır.     Ayakkabılar gece her zamanki gibi yan komşunun kızının ayakkabılarını görmeye gitmişti. Her gece ışıklar tamamen söndükten sonra kapının posta bölmesinden çıkar hışır hışır çimenleri geçer, kedilerle köpeklerin dikkatini çekmemek için türlü şekillere girerdi. Bir kez bir yavru kedi tarafından saldırıya uğramıştı da sağ tekinin arka kısmında k...

Kurs güncesi

   İnsan her gününü dilediği gibi yaşayamıyor. Her anını bile. Bazen daha güzeli oluyor bazense hiç istemeyeceği şekilde gelişiyor olaylar. Yine de hepsini yaşamaklık zaten bu hayatı olağandışı kılıyor sanırım. Misal hayatımın son 2 yıl öncesinde 6 yıl boyunca her yaz bir kursta hizmet için bulundum. Yani 2013-2018 yazları. -13 ve 18 seneleri dahil- Üstelik ilk 2 seneden sonra her sene; "yok ben artık gelmeyeceğim" dememe rağmen. O yazları gözden geçiriyorum şimdi, özlemle. Hepsi başka güzel hepsi başka verimliydi. Hem kendime hem başkalarına faydamın dokunuyor olması beni hep aşırı motive eden bir şeydi. Çok yoruluyorduk, yeri geliyor yapamadığımızı düşünüyorduk -daha çok ben- ama hep devam ediyorduk. Ben zaten bir şeyi gerçekten bırakabilmeyi çok iyi bilen birisi değilim. -Benim bırakmalarım genelde lafta kalır hep, başlamalarım da öyle gerçi. Sanırım ben genel olarak icraat adamı değilim, ne acı.- Ne kadar yorulsam da, ne kadar zararda olsam da vazgeçmek de başarabildiğim ...

Çaba

   Selamlar bir bloga yazı yazma çabası içinde daha yine beraberiz. Beraberiz diyorum çünkü burda bu yazıyı okuyan 3 kişi bile olsa beni motive ediyor. Çünkü evet insanın kendi için bir şeyler yazması, günlük tutması harika bir olay ama bir yerden sonra diyorsun ki "başkaları da bilsin bazı şeyleri, onlara da anlatayım ki bir nebze olsun rahatlarım belki" yani ben böyle düşünüyorum en azından. Birkaç gündür farklı düşünceler, savruntular içerisindeyim. Bir yandan kendi adıma yazımı verimli kılmaya çalışıyorum, bir yandan bazı tatlı telaşlar var ailede. Annemin de en birinci yardımcısı ben olduğumdan büyük görev düşüyor üzerime. Bu koşuşturmada fark ediyorum ki zaman çok çabuk geçiyor. Evime geleli neredeyse 1 ay olacak, öyle huzurluyum ki insanın sığınabileceği bir evi olması kavramı beni çok etkiliyor. Çünkü iyi biliyorum ki birçok insan için bu bir lüks. Ve bu yüzden de onlar içinde bunun kıymetini bilmeye çalışıyorum. Umarım başarabiliyorumdur çünkü ben çok huysuz bir insa...

Yol hikayesi diye başlayan yazı

   Uzun bir aranın ardından yeniden yol hikayeleriyle karşınızdayım. Radyo spikeri gibi başladım yazıya, e yolda radyo dinleniyor. Trt türkünün frekansındayız. Yollarda bazen çekmiyor o yüzden ara ara gidiyor gerçi ama olsun. Zaten benim anlatacağım şeylerle bunların bir ilgisi yok. Sonra ilgilendiredebiliriz belli olmaz. Yolumuzun üstünde harika manzaralarla karşılaştık çok fazla. Öncelikle Eğirdir gölü kenarı boyunca epey gittik. Sonra yağmurlu güneşli birkaç dakika geçirdik. Akabinde göğün kuşağını beline narince taktığına şahit olduk. Şimdi de artık yazı yazmam gerektiğini bana hissettiren yerlerden geçiyoruz. Ova buralar hep. Sarıyla yeşilin mükemmel uyumu var, kahverengi toprağın üzerinde. Gökte mavilikler beyazlıklarla dost olmuş. Berrak bütün renkler. Nasıl güzel kainatın her bir tonu. Evler toplanıp minik minik köyler oluşturmuş. Aralarında çok mesafe yok. Biraz daha yol gidiyoruz, uzakta bir köy daha var. Diğerlerine mesafeli durmuş. Önü tamamen açık. Hani filmlerde ...

Birdenbire

   “Dert oluyor hemen dönmeyişin.” Bu şarkı sözü birdenbire anlam kazandı zihnimde. Neden bilmiyorum birdenbire “yazı yazayım en iyisi” dedim mesela. İnsanın aklına takılıyor, ne yapıyordum da bu karara vardım? Aslında saat sabahın 7.42’si ve uyumam gerekiyor sanırım ama hiç uykum yok, demek ki gerekmiyor. Malum olaylar ve karantina yüzünden bozulan düzenimizin üzerine güzeller güzeli cânım Ramazan geldi. Böylelikle en azından uyumadığımıza değecek bir sahur yapabiliyoruz, gelmeden önce de sahur niteliğinde şeyler yapıyorduk şüphesiz ama artık bir anlamı var, çok şükür. Her neyse, uyumadığıma göre faydalı bir şeyler yapabilmeyi ümit ederek ‘yapmam gerekenler’ listesine bakayım dedim, ki bu listenin adı hakkında daha önce hiç konuşulmadı. Aslında o bir program ama sonuçta içinde yapmam gerekenler yazıyor. Ödevlerinizi, sınavlarınızı, filmleri, dizileri ve kitapları bir listeye yazıyorsunuz ve ta taa, işte oldu. Hızlı bir şekilde bitirmeye çalışıyorum çünkü günler baya hızlı g...

Hep çiçek

   Selamlar, önceki yazının ardından 14 gün geçmiş ve ben yeni yazımı ancak yazabiliyorum. Günler öylesine dolu dizgin akıyor ki farkına bile varamamışım. Tekrar tekrar emin olmak için bakıyorum, gerçekten 14. gün mü bugün? Çünkü yazıyı yazalı en fazla iki gün oldu bana göre. Neyse çok uzattım. Bu süreçte yaptığım ufak tefek şeyleri yazıp asıl konuya geçeyim ve böylelikle günlükten evrilme bir yazı olmuş olsun.     Hayatımda tabii ki kayda değer heyecan verici olaylar olmadı. E karantinadayız tabii bir de. Uzaktan eğitim başladı bu hafta, hala kitap okuyamıyorum, bol bol film izliyorum ama, geçen gün beş film izlemişim mesela. Kendi çapımda eğleniyorum. Bazı listelerin bitirilmesi gerekiyordu, e filmlere kısmetmiş. Kitaplar bekliyorlar. Biraz dile bakayım dedim, İngilizcemi geliştiririm vesaire diye ama onu da yapamadım. Bir dostun vesilesiyle duolingoya döndüm. Eh bu da bir şeydir. He İngilizcem çok iyiymiş gibi Fransızcaya başladım üstüne. Ama sevimli bir d...

Yaşadıklarımız

   Yazılacak milyon şey birikiyor ve ben derli toplu bir düşünce serisi oluşturamıyorum. Çünkü insan evvela kafasını toparlamalı, bir çöplükte yapboz parçalarını bir araya getirip yapbozu tamamlamak ne kadar zorsa benim yapmaya çalıştığım şey de o kadar zor. Belki biraz daha fazla bile. Yine de bir şekilde dağınık da olsa kafamdakileri yazıya dökebilmeyi umuyorum. Bu yaşadıklarımız birçok şeyi değiştirdi hayatlarımızda. Çoğu kötü gibi dursa da iyi anlamda da farklılıklar oldu. Yine de başlı başına hoş olmayan bir olay ve inşallah bir an önce atlatırız.    Asıl olarak anlatmak istediğim olay, bu olağanüstü durum halinde neredeyse hiçbir şey olması gerektiği gibi değil. Bunlardan en bariz olanı ve can yakanı sanırım camilerin kapatılması, Cuma namazlarının kılınamaması –bugün yapılan uygulamanın amacına dair en ufak bir fikrim yok, gerçekten insanlara bunu yapmanın gereği var mıydı dediğim bir olay- kandilin tam manasıyla hissedilememesi, Kabe’de ibadet yapılamamas...

Üzüldük ve sevindik

   Selamlar, tamamen sıkıntı odaklı, bir yazı girişiminde bulunuyorum. Günlükvari bir üslup olacak. Yazı öncesi gereksiz bilgilerimizi verdiğimize göre yazı gelsin. Hayırlı hafta sonları.     Okulların üç hafta tatil olmasıyla birlikte derin bir boşluğa düşmüş bulunmaktayım. Utanmasam depresyona gireceğim. Arkadaşlar üç haftadan bahsediyoruz. 3. ÜÇ. Yani toplamda 21 gün. Hafta sonunuda ekle, 23. Hani bir ay deseler o 23 gün hiç kırılmaz, kendisine ay dendi diye hiç kızmaz, öyle bir sayı. Okulu çok sevmeyen -hiç sevmeyen- biri olarak buna bu kadar üzülmemin sebebi tam olarak nedir ben de bilemiyorum. Belki de hayatımda bir şeylerin düzeninin değişmesinden hoşlanmadığımdan. Ya da o üç haftanın telafisini bir şekilde yaptıracaklarından. Bundan dolayı da her şeyin katlanarak artacağı ve erteleneceği düşüncesi. Bilemiyorum, yüksek ihtimalle hepsi. Alınan tedbiri çok yerinde bulmakla beraber süreç beni epey üzüyor. Herkes evine barkına doğru gitti ya da gidiyor ya da...

Kıymetlendirme politikası

   Güzel pazarlar. Günün anlam ve önemine binaen şükür ve biraz da eleştiri içerikli bir yazı paylaşmak istedim. Bu yazacaklarımı bir kadın olduğum ve bu hususta linç yemeyeceğim rahatlığıyla yazıyorum. (Hitap ettiğim kişi sayısı da 5 falan çok şükür. Bunun da rahatlığı var biraz.) Esasında çok büyüttüğüm ve üzerine yazı yazacak önemde görmediğim bir gün bugün. Zaten yazıyı da güne değil gün için yapılanlara yazıyorum. Başta bakınca böyle bir gün sevimli gibi duruyor. -günün bir şekilde belirlenmesine sebep olan olaylar göz önünde bulundurulunca anlamlı da belki- Netice itibariyle kadınlara değer vermenin bir özeli. Emeklerini göz ardı etmemenin. Fakat tam karşılığı gerçekten öyle mi emin değilim. Şöyle, mesela ben kadının kendisini gerçekten bu kadar pohpohlamasını, sırf cinsiyeti bakımından pohpohlanmasını mantıklı bulmuyorum. Elbette ki sayılabilecek onlarca değer yargısı var. Anne olmak bunların en güzeli mesela. Sonra kadın olmak, ne bileyim zaten birçok şeyi başarmak eze...

Ziyade

   Olaylar her zaman bir sonucu doğurmaz, bazen de sebepleri doğururlar. Bunu incelikli olarak bir düşünelim.    Arkasını döndüğünde annesiyle göz göze geldi. Yanı başında henüz 3'üne giren kızı duruyordu. Omuzlarındaki yük sadece onda değildi, yine de sadece ona yüklenmiş olanları da vardı. Evet şehit herkesindi, herkesin canı yanıyordu, bu acı ortaktı. Fakat herkesin karşısında dik duracak olan, herkesi teskin edecek, yüreklerinin feryadını dindirecek olan bir tek kendisiydi. Bunu iyi biliyordu çünkü en güçlü olan ve olmak zorunda kalan hep o olmuştu şimdiye dek. Bazı şeyler insanın üzerine adı gibi yapışır ve ömrü boyunca onunla kalır. Bu da öyle bir şeydi.     Meryem çocukluğundan beri hep sakin, soğukkanlı, metanetli biriydi. Yedi yaşındayken babasını kaybettiğinde ağlayamamıştı çünkü. Anlayamamıştı çünkü babasını nasıl kaybeder insan. Sonra çok ağladı kuytu köşelerde, her gece düşündü babasını, ama bir kez ağlamadığını görmüşlerdi işte. Ondan s...

Yazı işleri müdürlüğü

   Yeniden iyi pazarlar. Bugün yazı yazmaya nasıl başladığımdan bahsedeceğim biraz. Diyebilirsiniz ki bundan bize ne. Zaten böyle bir şeyi yapmak aklımın ucundan bile geçmezdi çünkü gerçekten ne haddime. Fakat geçenlerde aldığım bir yoruma, karşılık olarak bir yorumla cevap veremeyince verdiğim karardır şu an ki durum. Ne lüzumsuz bir cümle oldu. Zaten burası benim blogum istersem hiç cümle yazmadan da paylaşım yaparım sonuçta. Mevzuyu yeterince abarttığıma göre konuya gireyim.    Yazı yazmaya harfleri öğrendiğim gün başladım desem yalan olmaz sanırım. Neticede ilkokul boyu yazı yazdırdılar, hem normal hem güzel yazı bir de. İlkokuldayken böyle günlük tarzı değil de işte sağdan soldan şarkı sözleri, güzel sözler bulur yazardım. Yazım aşırı kötüydü. Hala çok kötü ama o zamanlar çivi yazısını ben keşfettim sanıyorlardı. Hem büyük hem kötü yazı yazmak nasıl bir duygudur iyi bilirim. Şimdi küçük ve kötü yazıyorum, yaşımla ters orantılı ilerliyor, inşallah ilerde harfler...

Yollar ve viraneler

   Terk edilmiş ve yeniden dönülmeyecek olan mekanlar beni yaralıyor. İnsan bazen kendini, bazen bir sevdiğini, bazense her şeyi bulabiliyor o hüzünlerin içinde. Çünkü her insan içinde biraz yalnızlık hissediyor galiba. Bazıları biraz fazla. Bu his dünyadan bir yolcu gibi geçtiğimiz için bu denli ağır basıyor. En nihayetinde ana vatanımız değil ki burası. Eksik olmak, eksik kalmak bu yüzden.     Size de oluyor mu ara sıra: Bir yeri, bir insanı gördüğünüzde onunla hayatınızın herhangi bir yerinde bir şekilde denk geleceğinizi ve yaşamınızda bir yer tutacağını hissediyor musunuz? O gün geldiğinde yüzde oluşan tatlı tebessümü tarif etmek bir miktar zor. İlk kez kar görmüş bir bebek gibi heyecanlı, bir dağın zirvesine tırmanmış bir dağcı kadar gururlu, yıllarca kavuşmayı bekleyen iki sevdalının tek bir kelimeyle hayatını birleştirmesinde hissettikleri kadar mesrur. İçimize böyle güzel hislerin dolması ve insalık.     Yine yollarda olduğumdan düşünce...

Bildiri iki

   Güzel bir günün gecesinde yazıyorum diyebilmeyi çok isterdim. Yarın islam hukuku sınavım var ve nerdeyse hiç çalışmadım denecek kadar az şeye baktım. Ki bilen bilir ben çalışmadım diyorsam gerçekten çalışmamışımdır, 'hiç bakamadım ya' diyip 90 almam, çok çalışmış olsam da 90 almam gerçi, hiç o kadar çalışmadım ama şimdi günahıma girmeyeyim. Neyse. Final haftasındayız, 2020'ye girdik, yağmur yağıyor, kar hala yok, saatler 02.00. Bu saatte bir insan ya ders çalışıyordur uyumaz, ya acı çekiyordur. En güzel ihtimalle otuzuncu rüyasını görüyordur. Peki ya ben hangi kategorideyim, hiçbirinde. Kendime üzülüyorum. Kariyer hayatımla ilgili birtakım değişikliklere gitmeye karar vermeye çalışıyorum, henüz düşünme aşamasındayım -dışarıda fırtına var her yer uçuşuyor.- Böyle kararlar da hep sınav haftalarıma denk geliyor ne yazık ki. Biliyorum bu kararlar ders çalışmama engel olmamalı ama insan bir şeyi gerçekten istemiyorsa o şeyle ilgili -normalde hoşuna gidecek bir şey bile olsa- ...